Değer Berkin KASAP – Bir kitap önerisi: “Ben, Kirke…”

Yunan mitolojisinde sıradan bir nympha olarak doğan ve genellikle ölümlülere yakınlığıyla yalnızlığını kitap boyunca doldurmaya çalışan büyücü Kirke’nin hikayesine ve yazarın Kirke’nin ağzından hikayeyi ve duygularını aktarımına hayran kalacaksınız. Homeros’un ünlü destanı Odysseia’da anlatılanlar farklı bir bakış açısıyla okuyucuya aktarılıyor.
2020 yılı hemen hemen herkes için sorgulatıcı, bunaltıcı ve özgürlüğümüzün kısıtlandığı bir yıl olarak devam ediyor. İyi hmek için kitap terapisi (biblioterapi) şu sıralar sanırım herkesin en çok ihtiyacı olan şeylerden.
Fantastik romanları okumayı pek sevmesem de konu mitoloji olunca ve çok satanlar arasında İthaki yayınlarının dikkat çekici kapağıyla dikkatimi çekince, Madeline Miller tarafından yazılan “Ben, Kirke” kitabını satın alıp okumaya haftalar önce başladım. Çok yavaş okuyarak ilerledim çünkü okudukça etkisinin arttığı ve hiç bitmesin dediğim kitaplardan biri oluverdi.

Güneş tanrısı Helios’un pek önemsenmeyen kızı olan Kirke, dünyada var olan bitkiler ve efsunlu sözleriyle büyüler yapabildiğini keşfederek, bir ölümlüyü tanrıya, bir tanrıçayı da canavara dönüştürüyor. Ardından cezalandırılarak Aiaie adasına sürgün ediliyor. Adaya gelen denizcilere yardım ediyor, sonra kötü niyetlerinden dolayı büyülerle onları domuza dönüştürüyor.
Kirke’nin hikayesinde yalnız ve özgüveni olmayan bir kadından güçlü bir kadına dönüşüme tanıklık ederken, Prometheus, Daidalos, Hermes ve Odysseus ile tanışmaları, ilişkileri, adaya gelenlerle yaşadıklarını su gibi bir anlatımla kitabın içinde yaşıyormuşsunuz gibi hissedeceksiniz.
Yılı yarılamışken bu yıl içinde okuyup en çok sevdiğim kitap olduğuna karar verdiğim “Ben, Kirke” için blogumda ayrı bir yazı yazmadan edemezdim. Bazen kitaplar çok güzel başlar ve ilerler ama sonunda “böyle mi bitirilir?” dersiniz. Bu kitap başı, ortası ve özellikle sonu ile de yazarın muhteşem zekasını ve yazı yeteneğini ortaya koyuyor.
Çok fazla spoiler vermiyorum ve kitabın arka sayfasından ve iç sayfalarından not ettiğim alıntıları okuyup kitaba başlamayanların hemen kitaba başlayacağını tahmin ediyorum.
“Ozanlar benden, –erkek– kahramanın karşısında diz çöküp merhamet dilenen bir kadın olarak bahsetti hep; ilaç katarmışım tatlı şaraplarına, büyüleyip domuza çevirirmişim hızlı giden gemilerin tayfasını, babaevini unutturur, sılaya kavuşmalarına müsaade etmezmişim. Ne demeli, kadınlara haddini bildirmek ozanların en sevdiği vakit geçirme biçimidir; yerlerde sürünüp ağlamazsak gerçek bir hikâye olmazmış gibi.
Ama yanılıyorlar, yanılıyorsunuz: Cadılık illa nefret, kıskançlık ya da başka türlü bir kötülükten doğmaz; ben ilk büyümü aşkımdan yapmıştım.
Ben, Helios’un kızı, Aiaie Cadısı Kirke. Hayatım boyunca trajedinin beni bulmasını bekledim. Bulacağından hiç kuşkum yoktu çünkü başkalarının hak ettiğimi düşündüğünden daha fazla arzum, isyanım ve gücüm vardı, yıldırımları üstüne çekecek şeylerdi bunlar. Ve bir gün, artık bu dünyaya dayanamayacağım, diye düşündüm.
Bunun üzerine denizin derinliklerindeki kadim bir tanrı seslendi: Öyleyse çocuğum, başka bir dünya yap.”
“Birinin yokluğumdan bahsetmesini bekledim ama kimse bahsetmedi çünkü kimse yokluğumu fark etmemişti.”
“Karşımdakilerin, dünyanın doğurduğu insanların çok küçük bir kısmının çok küçük bir kısmı olduğunu kavrayınca başım döndü. Bu kadar çeşitlilik, zihinlerin ve yüzlerin bu derece sonsuz farklılığı nasıl sürüp gidebilirdi? Dünya çıldırmamış mıydı bu yüzden?”
“Onu omuzlarından tutmak istedim. Ne yaparsan yap, demek istedim, aşırı mutlu olma. O zaman başından aşağı ateşler yağar. Bir şey söylemedim. Bıraktım dans etsin.”
“Onunla açık açık konuşmak kolaydı. Yüzü, derinliklerinde her şeyi güvenle tutacak sakin bir göl gibiydi.”
“Havada okyanus dalgaları gibi batıcı bir ağırlık vardı. Kendimi dünyaya yabancı hissediyordum.”
“Ürkeklik hiçbir şey yaratamaz.”
“Hepimiz elimizden geldiğince katlanıyoruz.”
“Yüreklerimizde gerçekte ne olduğu bilinseydi kaçımız affedilirdi?”
“Saatlerin görünmeden geçip gitmesini senelrce uyumamı sağlayacak bir şey öyle ki uyandığımda yepyeni bir dünya bulacaktım.”
“Duvarların içeriden çürümüşse, bunun tek bir çaresi vardır…. Yık, diye düşündüm. Hepsini yık ve yeniden inşa et.”
“Ama yalnız bir yaşamda, başka bir ruhun sizinkinin yanına damladığı ender anlar vardır, yıldızların senede bir defa yeryüzüne sürünüp geçmesi gibi…”
“Bana yara izlerini göstermiş, karşılığında da benim hiç yaram yokmuş gibi yapmama izin vermişti. Gemisine bindi, bana bakmak için döndüğünde orada yoktum…”
“Kesinliğe, doğru davranışın yanlıştan keskin bir şekilde ayrıldığı, hataların sonuçları olduğu, canavarların yenilgiye uğradığı kolay bir yer olan dünyasına bayılıyordum. Ben öyle bir dünya bilmiyordum ama bana izin verdiği sürece orada yaşardım.”
“En muhtaç durumdakilerin en nefret ettiği şey minnettarlıktır, sırf kendilerini yeniden iyi hmek için ilk fırsatta saldırırlar.”
“Ama belki de hiçbir anne baba evladını gerçekten göremez. Baktığımzda sadece kendi hatalarımızın bir yansımasını görüyoruz.”
“Hayat, dokuma tezgahı gibi basit bir şey değil. Dokuduğun şeyi bir çekişte sökemiyorsun.”
“Unutmasına yardım ederdim. Bazı insanların dünyaya sadece bir mevsimliğine dokunan takımyıldızlar gibi olduğunu söylerdim.”
“Telegonos, çocukluğundan beri yapmadığı gibi sarıldı bana. Belki hiç sarılmadığı gibi. Bunu unutma dedim kendi kendime. Geniş omuzlarını, sırtındaki kemiklerin kavisini, nefesinin sıcaklığını. Ama zihnim kurumuş ve rüzgarla perişan olmuştu.”
“Buradayız. Gelgitte yüzmek, yeryüzünde yürümek ve ayaklarına değdiğini hmek böyle bir şey. Yaşamak böyle bir şey.”
“Gençken, dünyadaki bütün güzel duyguları ilk hissedenin biz olduğunu zannederiz.”
“Yara izlerini yok etmeyi önerdim. Başını iki yana salladı. Kendimi nasıl tanıyacağım?”