Kıbrıs

Uzman Psikolog Cemaliye SARCAN yazdı… Sahi, kimim ben?

Sosyal medyada bir hesap yaratıp eğitim bölümüne dünyanın en iyi okullarını sıralasam, kendim hakkında iki satır süslü cümle yazsam, hatta her gün elimde bir kitap ve ona eşlik edilmek için satın alınmış bir kahveyle resim atsam birçoğunun ağızından ‘ne kadar çok okuyor, e bitirdiği okullara baksana’ dökülüverecek bu cümleler..

Niye sosyal medyada hepimiz şair, ressam hatta profesyonel birer fotoğrafçıyız? Neden sürekli olarak fotoğraf paylaşıp, acaba kimler ne yorum yaptı diye sabırsızlıkla bekliyoruz? Bu konuda ciddi araştırmalar yapan uzmanlar narsist ve kendine güveni az olan bireylerin sosyal medyayı çok sık kullandıkları, sık sık resim paylaştıklarını ve de günlük yaşantılarında cesaret edemeyecekleri şeyleri sosyal medyada afişe ettiklerinden bahsediyor. Hakikatten sosyal medya da gösterdiğimiz gibi mutlu, çocuğumuz ile ilgilenen, ailemize yeteri kadar vakit ayıran, trafikte duyarlı, hayvan haklarını savunan, yaptığı her şeyden zevk alan, kadına/adama/çocuğa karşı şiddette duyarlı bireyler miyiz?

Eğer öyleysek niye Elif Lort öldürülürken müdahale etmek yerine görüntülerini çekmeyi tercih ettik?

Eğer öyleysek neden Hasan Polat Sepetçioğlu öldürülürken bir kişi bile polisi aramadı?

Eğer öyleysek neden Mustafa Diker için çırpınmadık? Neden Ercan Kaya Kunduracı için yollara dökülmedik?

Eğer öyleysek Bilge Lord’un bir cani olduğunu nasıl düşünebildik? Müebbet hapsi haberini nasıl alkışlayabildik?

Eğer öyleysek kadına şiddeti konuşurken, erkeğe şiddeti nasıl görmezden geldik?

Sahi, vicdanımızı hangi sosyal medya hesabında, hangi beğenide, hangi tıklamada bıraktık?

Sahi, gerçekte kimiz biz?

Bir isim duyduğumuz anda adı geçen kişiyi hemen arama motoruna yazıyoruz, onunla da kalmıyor kendi yarattığı dünyaya inanmayı seçiyoruz. Şahsım adına değinmek istediğim birkaç konu var. Çocuklarınızın resimlerini sürekli olarak sosyal medya hesaplarınızda paylaşmanın çocuk istismarı olduğunu biliyor musunuz? Çocuğumun içinde bulunduğu bir paylaşım yapmadan önce lütfen kendinize bu kimin ihtiyacı; Çocuğun ihtiyacı mı, yoksa benim ihtiyacım mı? Diye sorunuz… Dilerim vereceğiniz cevapta samimi olur ve akabinde bu tutumunuzu sorgulamaya yeter. Sosyal medya olarak tanımladığımız platform, düşündüğünüz veya göründüğü kadar masum değildir.

Bir diğer konu ise birtakım alanlarda belli başlı eğitimler almış, zamanını ayırmış, sosyal medyada kendini bu konularda tabiri caizse iyi pazarlamış ama gerçekte hayatta zerre bir şey öğrenememiş bireyler. Örneğin, trafikte ‘kaza’ kelimesi yerine ‘çarpışma’ kelimesinin kullanılması gerektiğini vurgulayan insanlarımız var. ‘Ne kadar önem veriyor’, ‘ne kadar duyarlı diyoruz’. Ertesi gün o bireylerden birini trafikte birdenbire dikkatsiz sürüş yaparken, küfürler yağdırırken, olur olmadık yerde kornoya basma ihtiyacı duyarken veya taciz kâr hareketle yaparken görebiliyoruz.

Yüksek lisans tez konusu sosyal medya ile ilgili olan bendeniz için bu yazıyı kısa tutmak pek mümkün olmasa da bir hikâye ile yazıma nokta koyuyorum;

Zamanın birinde çok samimi iki dost varmış. Bir tanesi çok kurnaz atılgan ve hareketli, diğeri ise çok saf, dürüst ve sessizdi. Bir gün kurnaz olan arkadaş , diğer arkadaşın yanına giderek işlerinin bozulduğunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kırmaz ve elindeki bütün parayı arkadaşına verir. Arkadaşı bu parayla işlerini düzeltir. Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadaşının yanına gider ve arkadaşının evlenmek üzere olduğu nişanlısını çok beğendiğini ve kendisiyle evlenmek istediğini söyler. Arkadaşı çok şaşırır, ne diyeceğini bilemez. Fakat aralarında o kadar kuvvetli bir sevgi vardır ki arkadaşına hayır diyemez.

Zaman içinde saf olanın işleri bozulur ve birden arkadaşı aklına gelir. ‘Ben ona sıkıştığında iyilik yapmıştım’ diyerek, arkadaşının iş yerine gider ve kendisine çalışması için iş vermesini ister. Arkadaşı ona iş vermez.

Bir gün sokakta dolaşırken yanına hasta ve yaşlı bir adam yaklaşır. Fakir olduğu için ilaç alamadığını söyler. Bizimki yaşlı adamcağıza acır, istediği ilaçları alır ve adamcağıza verir. Kısa bir süre sonra yaşlı adamın öldüğünü duyar. Yaşlı adam çok zengindir ve bütün mirasını kendisine bırakmıştır.

Saf adam artık zengindir. Biraz da sevdiği dostuna olan kırgınlığıyla dostunun iş yerinin karşısında bir ev alır ve oraya yerleşir. Bir gün evinin kapısını dilenci bir kadın çalar. Yaşlı kadın çok aç olduğunu, kendisine yemek vermesini ister. Bizim saf hiç düşünmeden kadını içeri alır karnını doyurur, kimsesi olmadığını öğrendiği kadına bu evde birlikte yaşayabileceklerini söyler ve yaşlı kadın hiç düşünmeden kabul eder.

Bir süre sonra yaşlı kadın bizimkine ona uygun bir kız tanıdığını ve kendisiyle görüştürebileceğini söyler. Görüşmeler sonucunda evlenmeye karar verilir ve düğün davetiyeleri basılır. Bizimkisi kırgın olduğu halde çok samimi dostunu yinede unutamamıştır. Biraz da geldiği konumu görmesi açısından samimi arkadaşına da davetiye gönderir.

Düğün günü gelir çatar. Saf adam düğün salonunda bir şeyler söylemek isteğiyle mikrafonu alır ve başlar dostu ile yaşadıklarını anlatmaya. Bu konuşma üzerine kurnaz olan arkadaşı daha fazla dayanamaz mikrofonu eline alır ve başlar konuşmaya;

“Benim de bir zamanlar çok sevdiğim bir dostum vardı. İşlerim bozulduğunda kendisinden para istedim, bütün parasını bana verdi.

Sonra ondan nişanlısını istedim, üzülerek nişanlısını da verdi. Nişanlısını istememin nedeni o kadının arkadaşıma layık olmamasıydı. Kendisi çok saf olduğu için arkadaşımı o kadından bu şekilde kurtardım.İşleri bozulduğunda gelip benden iş istedi, arkadaşımı kendi emrimde çalıştıramazdım, o yüzden iş vermedim. Günün birinde karşılaştığı yaşlı adam benim babamdı. Babam ölmek üzereydi, onu arkadaşımın yanına ben gönderdim ve mirasını ona ben bıraktırdım. Evine gelen dilenci kadın benim annemdi.Ona bakıp iyi yaşamasını sağlamak için gönderdim. Şu anda evlenmekte olduğu kız ise benim kız kardeşim. Onu arkadaşımla evlenmesine ben ikna ettim. Değerli misafirler, işte biz böyle dostuz.”

Velhasıl kelam, yaşamınız boyunca duyduklarınızın hiçbirine, gördüklerinizin de yarısına inanmanızı temenni ederim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu