Geçen hafta başladığımız siyaseti etkisi altına alan toplumsal davranışlarımıza bu hafta da günlük hayatımızın da parçası olan inkâr hastalığı ile devam ediyoruz.
Siyasilerin ortaya çıkan net görüntüye rağmen gerçeği inkâr etmekteki ısrarları hepimizin kabullendiği ve normal karşıladığı bir davranış haline geldi.
Çok partili yarım asırlık demokrasi tecrübemiz bize siyasette gerçekleri ve başarısızlıkları inkâr etmenin sağcısı, solcusu, muhafazakarı, liberali olmadığını su götürmez bir şekilde gösterdi.
Siyasetçiler inkâr etmeyi sürdürebildikleri kadar sürdürmeyi kendileri için ayrıcalıklı bir yetkinlik olarak görürler.
Taraftarlarının da bu ‘’yetkinliği’’ maharet ve başarı olarak görmelerini istemeye devam ederler.
Bu ideolojik bir konu değil.
Parti yetkilileri icraattaki başarısızlık ve seçim yenilgilerinin sorumluluğunu üstlenmek istemezler.
Bizim yaşadığımız coğrafyaya uygun olarak başarının kendinden, başarısızlığın da başkasından dolayı oluştuğunun bilinmesi istenir.
O başkasını da bulamazsan başarısızlığı Allah’a havale edersin.
Bunun için başarısızlık karşısında sorumlu mevkilerde olanlar kendi partilileri tarafından eleştirilse de bir şekilde kabul görmeye devam eder.
Problem de esas burada.
Siyasetçiler de seçmenlerinin kendi günlük hayatlarında yaptıkları gibi başarısızlıkları hakkında çeşitli hikayeler yazarlar.
Suçlularını ararlar, gerekirse hayali suçlular yaratırlar.
Hatasız ve günahsız olduklarını kanıtlamaya çalışırlar.
Hikayeleri yazanlar kendi gerçeklerini, tüm detayları bildikleri halde o gerçekleri yok sayarlar.
Uydurdukları hikayelere herkesten önce ve herkesten fazla kendileri inanırlar.
Bir noktadan sonra her anlatışları ile kendilerini hikayelerine biraz daha inandırırlar.
Dinleyenler ise böyle hikayelere zaten hazır ve alışkındırlar.
Hem anlattırır, anlatanla birlikte dertlenmiş gibi görünürler hem de kendi kendilerine ‘’inanmadığımız bir hikâye daha dinledik’’ derler.
Siyasette de günlük hayatımızda olduğu gibi gerçekleri kabullenmek zordur.
Bundan dolayı hatalarını, yaptıkları ile yapamadıklarını taşıma cesareti gösteremedikleri için inkâr ederler.
İnkâr kendinden kaçanların en güçlü kurtuluş aracıdır.
İnkâr eder ve başarısızlıklarından kurtulduklarını zannederler.
Kendi inandıkları hikayelere başkalarının da inanacağını umut ederler.
Bu tip hikayelere parti içinde çok az kimse inanır ama genelde ulu orta bunları söyleyenlerin yüzüne vurup mahcup etmek istemezler.
Bilmezler mi ki söyledikleri, yaptıkları inkarları hiç kimse açıklamasa, fark etmese bile, her söyleneni, her yaptığını gören, gerçekleri hiç eksiksiz bilen biri vardır.
O da kendileridir.
Her insan az veya çok kendi hikayesine inanacak birililerini bulabilir.
Saf ve iyi niyetli bazı insanları etkileyebilir.
Hatta bu etkileme işini uzunca bir süre dahi sürdürebilir.
Bu etkileme ne kadar uzun sürerse, gerçekler öğrenildiğinde kandırılanın hayal kırıklığı da o kadar büyük olur.
Hepimizin farklı şekilde aldığı rol ile siyasetin gittiği yol da budur.
Bu duruma sebep olanlarla buna tahammül edenler oldukça değişimin ve dönüşümün olması gecikecektir.
Geldiğimiz noktada artık anlaşılmalıdır ki siyasette en hafif yük hesap yapmadan gerçekleri söylemektir.
Önümüzdeki dönemin bunun tescilleneceği dönem olabilmesi, Kıbrıs Türkünün başını inkarın ağırlığı ile eğdirmeyeceğini göstermesiyle mümkün olacaktır.
Bunu toplum olarak kabul ettiğimizde temiz toplum ve siyaset için gerekli olan değişimin ve dönüşümün önündeki engellerden biri daha kalkacaktır.
Her şey somut icraatla olmuyor, toplumsal davranışlarımızın bir kısmından da artık arınmamız lazım.