KKTC 400 bin nüfuslu olduğunu tahmin ettiğimiz bir ülke. Tahmin ediyoruz ama gerçek rakam meçhul. Dedik ya ilginç bir ülke. İlginçlikler bununla bitmiyor ama.
Örneğin, halkta neredeyse İsviçre düzeyinde doğrudan yönetime katılma arzusu var. Eline akıllı telefonunu alan hükümete tavsiyelerde bulunuyor. Bu demokrasi açısından aslında iyi bir şey ama, ilginç olan bu tavsiyelerin çoğunun yeterince olgunlaşmamış, kulaktan duyma bilgilere dayanması. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma eğilimi çok yaygın. Geçenlerde Facebook’ta bir çadır resmi paylaşılarak hükümetin pandemi hastanesi yerine çadır kurduğu belirtilince, müthiş bir paylaşım oldu ve hükümete veryansın edildi. Oysa bu çadır, hastaneye alınacak hastaların ön tetkiklerinin yapılarak koronalıların diğer hastalardan ayrıldığı, ilk kez Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde uygulanmış, sonrasında Türkiye’deki bütün büyük hastaneler tarafından benimsenmiş bir yönteme göre yapılmıştı.
Korona salgını demişken, bu salgın sırasında şahit olduğumuz daha başka ilginçliklerden de söz etmek isterim. Ülkede genel sağlık altyapısı son derece yetersizken ve buna çare bulunması gerekirken, bir pandemi hastanesi talebidir sürüp gidiyor. Halbuki ana konu genel hastane ihtiyacı.
Sonunda hükümet pandemi hastanesi konusunda Türkiye ile anlaştı ve hibe bir hastane yapılacak. Ancak, bu hastanenin dere yatağında yapılmasına karar verildiği söyleniyor. Bu kadar su fakiri bir ülkede bu yeri kim seçmişse tebrik etmek gerekiyor.
Ayrıca bu hastanenin aslında sadece bir müteahhitlik projesi olduğunun da kimse pek farkında değil. İstanbul’da Atatürk Havalimanı pistlerinin tam ortasına kondurulan veya Sancaktepe’ye yapılan pandemi hastanelerinin ekipman ve eleman durumunu soran soruşturan yok. Neyse Lefkoşa’daki bitince göreceğiz.
Ülkemize gelenleri de belli sınıflara ayırmış durumdayız. Güvenli ülkeler A kategorisi, daha az güvenliler (ve Türkiye) B kategorisi, riskli ülkeler C kategorisi. Buraya kadar her şey normal. Ama ilginçlik bundan sonra başlıyor. A kategorisi bir ülkeden gelen, eğer Türkiye’de aktarma yapıyorsa, o da B kategorisi olarak kabul ediliyor. KKTC’ye Türkiye aktarmasız gelmek ise mümkün değil. İsviçre ise benzer bir uygulama yapmakla birlikte A kategorisi bir ülkeden gelen, aktarma ülkesinde 24 saattten az kalmışsa, kategori düşürme uygulamıyor. Çok da mantıki, zira daha uçakta veya aktarma esnasında korona kapanı, indiğinde yakalayan bir test, icad edilmedi. Bir başka ilginçlik de, iki yaşını geçen herkesten test istenmesi. Dünyada galiba örneği pek yok. Minicik çocuklar iki kez boğaz ve burundan sürüntü alınma travmasından geçiriliyor.
Geçen gün bir arkadaşım sosyal medyadaki bir bilgiyi bana da yollamış. Ülkemizde 14,323 kişi karantinasız girişlere hayır diyormuş. Şimdi ben iddia ediyorum, tüm KKTC’de 14,323 kişi düzenli maske takmıyor. Üstelik ülkede maske takmak mecburi.
Günde 1500 kişinin hava ve deniz yoluyla giriş yaptığı KKTC’de, bir haftalık karantina talebinin gerektireceği 10-12 bin yatağın nereden sağlanacağını da düşünen yok sanki. Ayrıca bu konaklamanın maliyetini kim karşılayacağına ilişkin fikir beyan eden de yok. Belki de aldıkları maaşlardan %25 kesinti yapılarak bu sorun çözülür diye düşünüyorlardır. Halbuki maske taksalar daha ucuza gelecek.
İlginçliklere devam… Dedik ya ülkemiz su fakiri. Üstelik yedi aydır Türkiye’den gelen boru hattı arızalı olduğundan su da gelmiyor. Ama, bir buçuk aydır oturduğum sokaktaki su kaçağını defalarca belediyeye bildirdiğim halde, “yaptık, yapıyoruz” yanıtları alıyorum ama, hala su akıyor, ben de deli olarak bakıyorum.
Girne’de imar rezaletini hepimiz biliyoruz. On kata varan inşaatlara izin verdiler. Ancak, KKTC’de itfaiyenin dördüncü kattan yukarıya erişen yangın merdiveni yok. Yıllardır konusu ediliyor ama sonuç sıfır. Daha da kötüsü, imar mevzuatında binalarda yangın merdiveni mecburiyeti de yok. Her kata yangın hidrantları konuyor ama, sistemde su olmadığı gibi, hidrantın ucunda, gerektiğinde itfaiyenin kullanması için takılmış hortumlar da yok. Yönetici ilgilenmiyor, binalarda oturanlar konuya ilgisiz, belediyede imar müdürlüğü ruhsat verirken hidrant olup olmadığını kontrol ediyor ama, fonksiyonel olarak bakmıyor, yani hortumla ilgilenmeden ruhsat veriyor. Binaların düzenli yangına hazır olup olmadığını denetleyen de yok. Sonunda Londra’daki Grenfell yangını gibi bir olayda 20-30 kişi yanarak ölünce tedbir alınacak gibi.
Herkesten bahsettik, polisten bahsetmezsek olmaz. Geçen akşam Girne içerisinde yürüyüş yaparken bir meydan kavgasıyla karşılaştım. Onlarca genç kavga ediyordu. 155’i aradım ve ben şuradayım der demez, çağrı merkezindeki görevli lafı ağızıma tıkadı ve “biliyoruz kavga var, ekipler yolda” dedi. 15 dakika kadar orada bekledim. Kavga bitti. Gençlerin bir kısmı nöbetçi eczanelere, bir kısmı acile, bir kısmı da evine yollandı ama ekipler gelmedi. Herhalde polis ekibi Dipkarpaz’dan geliyordu.
Ülkemizde işi sadece Rumlarla görüşmek olan bir cumhurbaşkanı var. Görüşmeler olmadığı zamanlarda da sıkıldığından olacak, sürekli Türkiye ve Hükümet karşıtı demeçler veriyor. Ülkede ilginç bir koalisyon hükümeti de var. Belli bir konuda farklı düşünceleri olduğunda aralarında çözemezlerse kamuoyu önünde birbirleri aleyhine demeç veriyorlar.
Ama ilginçlikler hep olumsuzluk içermiyor. Devlette bir işiniz oluyor, Girne’de gittiğiniz dairedeki memur işiniz tamamlanınca biz size haber veririz diyor. Bir kaç gün sonra Lefkoşa’dan sizi cep telefonunuzdan biri arayıp işinizin yapıldığı haberini veriyor. Türkiye’de böyle bir şeyin olması mümkün değil. Düşünün İstanbul’da bir devlet dairesine başvuru yapıyorsunuz, sonra Ankara’dan memur arayıp, işiniz halledildi diyor.
Ayakkabı tamiri için Karaoğlanoğlu’nda bir dükkana giriyorsunuz. Adamın dizinde implant olduğunu sohbet esnasında öğrenip, hal hatır soruyorsunuz. Adam ayakkabınızı tamir edip para almıyor.
Yaya geçidinde arabaların durması normal de, yaya geçidi olmasa bile yaya olarak size öncelik veriyorlar.
Sonuncusu da bir fıkra gibi. Denize gidiyorsunuz. Tam eve dönmek üzere hazırlanırken, 7-8 yaşlarındaki Güneş annesinin hayır demesine rağmen tekrar denize girmekte israr ediyor. Annesi sert çıkınca sinirlenip, sahilde bulduğu birinin terliğini iskeleden denize fırlatıyor. Anne olayı görmediğinden siz uyarıyorsunuz. Kadın Güneş’e dönüp bak herkes seni kınıyor diyor ama denize atılan terliği alma girişiminde de bulunmuyor. “Nasıl olsa yüzer” deyip Güneş’le birlikte çekip gidiyor.
Girne sahillerinde yüzerken bu hafta pembe bir terlik görürseniz, lütfen Karaoğlanoğlu Belediyesi Plajı çalışanlarına teslim edin.
Sonuçta, KKTC’de bir Aziz Nesin yetişememesi çok doğal, çünkü mizah zaten sokakta dolaşıyor. Ama cennet gibi bir ülke gerçekten. Koronadan, sel baskınından veya yangında ölene kadar keyfini çıkaralım.
Herkese iyi bir Pazar dilerim.