Cumhurbaşkanı Akıncı; 2015’te seçimlere “Dört boyutlu siyaset” vaadiyle katılmıştı…
Bunlar;
- Çözüm odaklı siyaset
- Toplumsal konulara duyarlık
- Türkiye ile karşılıklı saygıya dayalı ilişki
- Bağımsız ve tarafsız Cumhurbaşkanı
olarak sıralanmıştı…
Geride bıraktığımız beş yılda; Akıncı’nın seçmene sunduğu bu dört öncelikli “siyaset”te, vaat ettiklerini başarılı bir “performans” sergileyerek yerine getirmeye çalıştığını inkâr etmek sanırım “nankörlük” olur…
Bunun en güzel örneği; “Çözüm odaklı siyaset”ten zırnık geri adım atmamasıdır…
Akıncı, 2015’teki seçim manifestosunun 1. maddesinde ne demişti?
Aynen aktarıyorum:
“Birleşmiş Milletler parametrelerinin öngördüğü ve son olarak 11 Şubat 2014 tarihli ortak açıklama metninde de ifade edilen, iki kesimli, iki toplumlu federal bir çözümde, her iki tarafın da kazanacağı çok şey vardır. Böylesi bir çözüm, bölgesel istikrara da katkıda bulunacaktır. Bu bağlamda, çözüm odaklı bir anlayış ve halkın iradesini müzakere masasına yansıtacak bir kararlılıkla hareket edeceğiz.”
Akıncı, beş yıllık bu süreçte, sözünde durdu ve BM parametrelerinin dışında “hiçbir” tezi savunmadı…
Kendisinden önceki Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun Anastasiades ile imzaladığı 11 Şubat 2014 ortak belgesine sadık kaldı…
Bu “ortak açıklama” Türkiye ile birlikte hazırlanan bir anlaşmaydı ve Türk tarafını bağlıyordu…
Akıncı; kara propagandacıların yaymaya çalıştığı gibi “Çözümü sadece ben yapabilirim” demedi…
“Çözümü başaramazsam istifa edeceğim” de demedi…
Söylediği şuydu: “Halkın iradesini müzakere masasına yansıtacağım”…
Yansıtmadı mı?
Mont Pelerin’de ve Crans Montana’da bu “irade”yi bütün dünyanın gözleri önünde kayıtlara geçirdi…
Kendisine oy veren büyük çoğunluğun “talebini” hem de en üst düzeyde yerine getirdi.
Orada bütün dünyaya; Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk tarafının nasıl “çözüm” için birlikte çalışarak iş ürettiği, katkı koyduğu başarılı biçimde gösterildi.
Kıbrıs’ın tarihinde 1960’dan bu yana üç garantörün ve BM’nin “Beşli” bir masada ilk kez bir araya getirilmesi ve sorunun orada tartışılması az şey mi?
Böylesi bir uluslararası platformda, Kıbrıslı Türklerin başarıyla temsil edilmesi, varlığını ve taleplerini tüm dünyaya duyurması az şey mi?
Bunun sağlanmasında; Akıncı’nın kişiliği ve “çözümcü” duruşu belirleyiciydi ve bu katkısını görmezden gelmek, sadece siyasetteki “kör”lerin yapabileceği bir nankörlük olur…
Çözüm ne yazıktır ki olamadı… Ancak dünyada hiç kimse; ne Türkiye’yi, ne de Kıbrıslı Türkler’i “ayrılıkçı” diye, çözüm istemeyen taraf diye suçlayabildi…
Ancak; Crans Montana’nın hemen arkasından ne oldu?
“Artık BM parametreleri yok” diyen sesler yükselmeye başladı…
TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, diplomasi dilini terk etti… Daha da ileri giderek Anastasiades ile “gizli” görüşmeler yaptı…
İşte tam da bu noktada; Cumhurbaşkanı Akıncı, “Her şeyi siz bilirsiniz efendim” diyen; tarihimizde örneği bol olan “boyun eğen siyasetçi” olmadı, olamadı…
Yani; Kıbrıslı Türk seçmenden aldığı “yetki”yi kötüye kullanmadı…
Hatta; kendi dönemine kadar pek örneği olmayan “Toplumsal konsey” tarzı bir “masa”da, tüm siyasal partiler ve TC’li yetkililerle konuları tartıştı, ortak kararlar alınmasına özen gösterdi…
10 Temmuz 2017’de Crans Montana’da anlaşmaya “ramak” kalmışken, Anastasiades yüzünden görüşmeler başarısız olunca, 10 gün kadar sonra, böyle bir toplantı düzenlendi Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda…
Meclis’te temsil edilen tüm partiler ve TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu oradaydı…
Türk tarafının “yol haritası” böylesi bir oluşumda ve “konsensüs” yoluyla çizilecekti…
Sonra ne oldu?
UBP ve HP; o güne kadar çizilen ortak politikalardan ve 1950’lerden beri Türk tarafının savunduğu “tez”lerden vazgeçti…
Başbakan Tatar ve ortağı Özersay “hamaset” yarışına girdiler…
BM’yi, AB’yi ve Rum tarafını topa tuttular…
Hem Kıbrıslı Türklerin o “çözüm yanlısı” imajını zedelediler, hem de Rum tarafının ekmeğine yağ sürdüler, Anastasiades’in işini kolaylaştırdılar…
Üstelik bütün bunları yaparken, “Türkiye de böyle düşünüyor” diyerek halkın duygularını istismar ettiler…
Oysa; kendileri çalıp oynuyor ama Türkiye hiçbir zaman “resmen” Kıbrıs konusunda 11 Şubat 2014 belgesini reddettiğini açıklamadı. Temel tezlerden vazgeçtiğini BM’ye duyurmadı…
Tabii bu arada Anastasiades; bizim iki “acemi” politikacının “çaylaklığını” görünce saçmalamaya başladı…
Bunun üzerine BM Genel Sekreteri Guterres, geçen Kasım ayında, tarafları Berlin’e çağırdı ve “raydan çıkmış olan tereni rayına oturttu.” Bu konuda sağlanan “başarı” da Sayın Akıncı’nın hanesine yazılmalıdır…
BM Genel Sekreteri, şimdi buradaki seçimleri bekliyor… Arkasından “5’li gayrı resmi toplantı” çağıracak…
Bu konuda ısrarlı ve Guterres bunu “taahhüt” etmiş durumda…
Şimdi soru şudur: Yeni süreçte “çözüm yanlısı, uluslararası alanda tanınmış bir liderle mi masaya oturacağız, yoksa hayatında Kıbrıs konusunda zerre kadar kafa yormamış birileriyle mi?
Kıbrıslı Türkler buna karar verecekler…