İki hafta önceki yazımda saydamlığın, ekonomik sistemin içindeki payına değinmiştim.
Konuyu daha fazla, kamunun içindeki çarpıklıklara bakış açısı ile değerlendirmiş olmam, sistemin geri kalanını önemsizleştirme veya kamu dışındaki alanların sorunsuz olduğu, algısını yaratmak istemem.
Ekonomik sistem bir bütünden ibarettir ve oluşturucu her parça ayrı öneme haizdir.
Dünyada, en gelişmiş uluslararası şirketlerden, devletlere kadar, kurulu hiçbir yapının yüzde yüz mükemmel çalıştığını söylemek mümkün olmasa da, her ekonomik sistemin amacı doğruya ve toplumsal adalete, en yakın sonuca ulaşmak olmalıdır.
Saydamlık ve hesap verebilirlik, bireyden başlayarak, şirketlere, siyasete, hukuka kadar en önemli unsurların başında gelen olmalıdır.
Peki bizim sistemimizin içindeki unsurlar, ne kadar hesap verebilirdir?
Hesap verilebilir olmaktan uzak bir yapı, ne kadar hizmet sağlayabilir?
Ekonominin bütünü ne kadar kayıt altındadır?
Kayıt altında olmayan sermayenin, diğer vergi mükellefleri üzerindeki etkisi ne kadardır?
Sorulması gerekli birçok soru üretmek mümkün.
Sorulan soruları çoğalttığımızda, karşımıza sistemin içindeki unsurların, aslında, ne kadar bir birine geçmiş ve birbirleri için ne kadar etkileyici unsur olduklarını açıkça görürüz.
Bu noktada, başımdan geçen bir anımı sizlerle paylaşmak isterim.
Çocukluk yıllarımdan mahalleden arkadaşım Mertaç, yaklaşık 20 yıldır hayatını Japonya’da sürdürüyor.
Gençlik yıllarında tanıştığı ve sonradan evlenme kararı aldıkları eşi ile hayatlarına Japonya’da devam etme kararı almışlar.
İletişimimiz eski sıklığında olmasa da ayni samimiyetle devam etmekte.
Bundan üç veya dört yıl kadar önce acil edinmem gereken bir parçaya ihtiyaç duydum.
Ülkemizde yaptığım araştırmadan sonra bulamadığım parçayı, internet üzerinden yaptığım araştırma sonrasında Japonya’da buldum.
Parçayı bulduğum şirket ile e-posta yolu ile iletişime geçtiğimde; uluslararası gönderi yapmadıklarını ve parçayı ancak, Japonya içinde bir adrese gönderebileceklerinin cevabını aldım.
Bu cevap üzerine, arkadaşım Mertaç ile temasa geçip durumu anlattım.
Sağ olsun, ben rica etmeden, kendisi durumu sorun etmememi, kendi ikamet adresi üzerinden sorunu çözebileceğimizi ve kendisinin bana parçayı posta yolu ile gönderebileceğini söyledi.
Tüm masrafları dahil ederek, o dönemde yaklaşık 1700 TL karşılığı gelen tutar karşılığı Japon Yeni’ni arkadaşımın hesabına gönderdim.
Parça kısa sürede elime ulaştı ve sorunum çözüldü.
Arkadaşıma teşekkür ettim ve kendisi de bana, ne zaman böyle bir sıkıntım olursa çekinmeden kendisinden isteyebileceğimi söyledi.
Buraya kadar her şey normal.
Birkaç gün sonra arkadaşım beni arayarak, aman yanlış anlama telkinlerinden sonra, onlar için normal bizim ise, oldukça uzak olduğumuz bir durumdan bahsetti.
Neydi o nokta?
İşlemlerini yürüttüğü banka, kendi hesabına gelen 1700 TL civarında gelen miktarın, ne maksatla geldiğini sorumuş.
O da, yukarıda bahsettiğim durumumu anlatmış ve miktarın kendi için değil, benim ihtiyacımı karşılamak için kendisine gönderdiğimi söylemiş.
Benden de, eğer banka kendisinden daha başka bir sorgulama isterse, durumu anlatan bir e-posta gönderip, gönderemeyeceğimi sordu.
Tabi ki gönderebileceğimi söyledikten birkaç gün sonra, bankanın ikna olduğunu bana bildirmesi ile konu kapanmış oldu.
Başımdan geçen olaya konu rakamın, küçüklüğüne karşın sistemin gösterdiği duyarlılığa dikkatinizi çekmek isterken, duyarlı sistemi yaratan zihniyete daha fazla ilgi göstermemiz gerekliliğine inanıyorum.
Hesap verebilirlik, sermaye denetimi ve kayıt altında bir ekonomi, kaba bir deyişle bir sistemin namusunun ölçekleridir.
2002 yılında ABD’de yürürlüğe giren, kısaca SOX (Sarbanes-Oxley Yasası) olarak bilinen yasa, özellikle halka açık şirketlerin, yöneticilerini de, şirketlerin de, mali hesap verebilirliğine, hukuki sorumluluğun dahil edilmesi açısından devrim niteliğindedir. Merak edenlerin yasanın detaylarını ve caydırıcılığını incelemesini tavsiye ederim.
Dünyada da hesap verilebilirlik, her ekonomi için ciddi bir sorundur ve özellikle gelişmişlikte ön sırada olan ülkeler bu sorunla yüzleşip çözüm üreten ülkelerdir.
Bu yazıyı yazmadan, ülkemizde, sahip olunanlarla, beyan edilen gelirler arasındaki ilişkiyi içeren bir araştırma yapılıp, yapılmadığını merak ettim. Ne yazık ki böyle bir araştırma yapılmamış.
Bu kadar mı zor, kimin, kendi veya ailesi adında ne kadar mal ve mevduat sahibi olduğunun araştırılması ve bulguların, gelirleri ile kıyasının yapılması.
Mecliste sallanan dolarların anısı henüz silinmeden, son dönemde meclisten bir türlü geçmeyen ‘nerden buldun yasası?’ hesap verebilirliğe yaklaşımı, açıkça ortaya koyuyor.
Kimi görüşe göre, bu konuda genel bir af düzenlemesi ile yeni bir sayfa açılıp devam edilmesi yönünde.
Bir araştırma yapılması halinde, karşılaşılacak bulguların, ürkütücü dengesizlikleri içereceğine inanan taraftayım. Toplumsal faydaya olan inancım, herhangi bir yaptırım yaklaşımı ile ilgili görüşümün, af yönünde değil, hesap sorulması yönünde kullanmanın doğruluğuna itiyor.
Hesabın sorulmadığı yerde muhasebenin de hükmü yoktur.