Hasan Hasturer

Her cinayetin, ürpertici bir hikayesi vardır…

Zehie Helin Reessur’i hunharca öldüren kişi, uzak sayılmayacak bir gelecekte yargılanacak ve verilen cezalarla kıyaslandığı zaman, ya en ağır, ya da en ağır ceza kadar, cezaya çarptırılacak.

Katil, en ağır cezaya çarptırıldığı gün, Helin, geri gelip, okulunda arkadaşları ve Mağusa sokaklarıyla buluşacak mı?

Elbette hayır.

Doğanın, en katı ve değişmez kuralı ölümdür.

Ölen, yaşama veda eder ve bir kez daha yaşama dönmez.

İnsan hayatı, dünyada, en değerli kabul edilendir.

Bu nedenle de, insan hayatına son veren kişi, en ağır suçu işlemiş kabul edilir.

İnsanın, hayatını korumaya çalışması, bireyseldir.

İnsanın, kendi hayatını korumaya gücü her zaman yetmez. Devlet ve de sorumluluğunun bilincine toplum, bireyi, şiddet ve son yaşanan trajik örnekteki niyetlere karşı korumakla yükümlüdür.

Toplumda, riskli alanlar neredeyse sıfırlanmalı.

Suç eğilimi olanlar, tüm araçlar kullanılarak uyarılmalı.

Cinayet işlemeye, kimlerin eğilimli olduğunun, bilimsel gözlemlerle yüzde yüz olmasa da belirlenebileceğini bir yerde okumuştum.

***

Yıllar evvel hapishaneye ziyaretimde, cinayetten mahkum olmuş 4-5 kişiyle, kanaat oluşturmama yetecek kadar konuşma fırsatı bulmuştum.

Tabii ki tek tek konuşmuştum.

Yüzüne baktığınız zaman, “Bu adam cinayet işler” dedirtenler vardı.

İsim ve cinayet detaylarını vererek yazıp, yaraları çok taraflı deşmek istemem.

***

Biri, alacağını talep eden kişiyi öldürmüştü.

İlk tepkisi çok ilginçti. “Ben önce suçsuz bulunup, beraat etmiştim. Beni sonradan yargılayıp hapse yolladılar.”

Dikkatinizi çekerim, “ Suçsuzum, ben öldürmedim” dememişti.

***

Bir diğeri.

Derinlikten yoksun bir tartışmada, dönüp gidiyorken, duyduğu bir küfür üzerine, tabancayla cinayet işlemişti.

Pişman mıydı?

O, pişmandı.

Hiç unutmam, Lefkoşa mezarlığını işaret ederek, “ O, mezarlığı, ben de hapishaneyi hak etmiyorum” demişti.

Genel af istiyordu. O hapishane ortamında, söylediklerimi çok iyi anımsarım: “ Öldürdüğün kişinin ailesi seni asla affetmez. Aile affetmediği sürece, af yetkisi olan siyasi ya da siyasilerin seni affetmesini ne hakla bekleyebilirsin.”

Cezasını çektikten sonra çıkmıştı.

Tabii o zaman cinayet suçuna bile verilen cezalar, azdı. İşin içine iyi hal eklendiği zaman, ölenin acısı dinmeden, suçlu salıverilebiliyordu.

***

Bir başka cinayetten mahkum kişi, daha cezaevine adım attığım an, yanıma gelip, “Ben suçsuzum. Komploya kurban gittim. Cinayeti ben işlemedim” demişti.

Cezaevinden ayrılacağımda yine yanıma gelip, üç aşağı beş yukarı aynı sözleri tekrarlayınca, ismiyle hitap edip, “ Senin bu ısrarın ben de masum olduğun inancını beslemedi. Nasıl olsa, mahkum oldun. Cezanı da çekeceğin için masum olduğunu yineleyerek, serbest kalacağın günde, sosyal yaşama kendini hazırlıyorsun” demiştim.

***

… Cezaevini gezerken, atölyede el işi yapan masum bakışlı, bir gençle yüz yüze geldim.

İsmini sordum. Söyledi.

Ailesini, tanıyordum.

Suçunu, sordum.

Sessizce, “Cinayet” dedi.

Öldürdüğü, kendinden ayrılmaya, kesin karar veren nişanlısıydı.

Bütün mahkumları sıralayıp, “o suçu kim işlemiş olabilir?”, sorusunu sorsalar asla gerçek katili söyleyemezdim. Hatta olsa olsa trafik suçundan mahkum oldu diye düşünebilirdim.

Yaptığından pişman mıydı?

Bence pişmandı, ancak, öldürdüğü nişanlısının geri gelmeyeceğini bildiği için, sanki de ölene kadar cezaevinde kalmaya razı bir hali vardı.

Sonra bu gözlemlerimi psikiyatriste sorduğum zaman, tanıyı “Kara sevda, yani, çok güçlü, karşılık görmeyen, umutsuz, olanaksız aşk” olarak koymuştu.

***

Gelelim asla unutmayacağıma.

Çocuk yaşlarında bir mahkum bize ayran getirmişti.

Elimde olmadan, suçunu sormuştum.

Sessizce, arkasına dönüp gitmişti.

Sorumun yanıtını cezaevi müdüründen almıştım: “ Baba, anneleriyle birlikte iki kardeşi evden attı. Anne, kaldıkları köyde hasta olup, öldü. Okul dönemi iki kardeş, babalarının kapısına dayanıp, orada kalmak istediklerini söylediler. Baba, kabul etmedi. Dahası tartışma sırasında, ölmüş annelerine çok ağır bir şekilde küfretti. 18 yaşına basmamış çocuk, bunun üzerine orada bulunan bıçağı alarak, öldürene kadar babasını bıçakladı.”

O cinayetle ilgili değerlendirmemi, buraya yazmayacağım.

***

Kıbrıs küçük bir ada… Kuzey Kıbrıs daha da küçük… Bu topraklardan nedeni ne olursa cinayetleri, duymak, bilmek istemiyoruz. Yaşananları anımsamak bile, bizler ürpertir. Her şiddet, her saldırı, her tecavüz, her cinayet bizlerin huzurumuzu ve güven duygumuzu yaralar. Kağıt üzerinde, ya da açıklamalardaki laf ola içerikle, toplumda suç patlamasının önüne geçilemez. Bilimsel temelde tanı konulup, gereken kararlar alınıp, uygulanacak.

Bu kadar…

 

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu