Yokluk çoktu, ama adaletsizlik yoktu

Çok çaba harcamadan, neredeyse her gün kamu oyu yoklaması yaparım.
Sabah saat on gibi, evden çıkmadan, ilk izlenimleri toplarım.
Sonra sokağa çıkarım.
Sosyal iletişimim, iyi sayılır.
Markete girerim, alış veriş yapanlardan başlayarak, konuşurum.
Taze börülcenin kilosu 100 TL dolayındaysa, o saate kadar kaç kilo satıldığını sorup, öğrenirim.
Sonra kasaba geçerim, et fiyatlarının, tabelada artık neden olmadığını da sorarım elbette.
Et alırım…
Kasap, “Hasan abi, kemikleri ister misin?” diye sorar.
“İstemem” dersem, gülerek, “Artık kemikler de ayrı satılıyor” der.
20-30 TL’yle avuç içi kadar kıyma almak isteyenleri üzülerek anlatır.
Geçen gün yine, yemiş çalmayı alışkanlık edinen çocuklar anlatıldı.
***
Gelelim akaryakıt istasyonuna…
Gözümle tanık oldum, kadın 100 TL’lik benzin koydu.
İstasyon çalışanı, “ Abi Rumlar ve Ruslar ful yapar. Kıbrıslı Türklerden, 500 ya da 1000 TL’lik yakıt alanlar parmakla sayılı” dedi.
Derinden üzüldüm.
Markette korkusuz alış veriş yapan Rumlar…
Akaryakıt istasyonunda, “Ful” diyerek depoyu dolduran gene Rumlar.
Daha önce de ifade etmiştim. Kuzeyde, Kıbrıslı Türklerle yemek masasında buluşan bazı Rumlar, nazik bir şekilde hesabı ödemek istiyor. Hatta ısrar edip ödüyor.
Bunu hazmedenler varsa var.
Ben hazmedemiyorum kardeşim.
***
Kıbrıs sorunun çözümünün, toplumsal duruş bakaımından uzun soluklu ve sabır gerektirdiğini kabul etmeliyiz. Zaten bu taaa İnönü zamanından beri söyleniyor.
Önemli hatta gerekli olan, sabrederken Kıbrıs Türk Halkının moral motivasyonunu yüksek, psikolojisini yerinde tutmaktır.
***
Önceki gün verimli bir sohbet ortamında bulundum.
1963 – 1974 arası Kıbrıs Türkünün gerçekten çok zor bir dönemden geçtiği noktasında kimsenin itirazı yok.
O yıllarda Kıbrıslı Türklerin, yaşam bölgeleri Rumları, vahşi kuşatması altındaydı.
Ekonomik dinamizm, yok sayılacak düzeydeydi.
1963 sonrası uzunca bir süre, Türkiye Kızılay’ının gıda yardımları karne ile dağıtıldı.
Rahmetli anneciğimin kumaştan diktiği çantayla, iaşe, raşın, ya da tayin denilen gıda yardımlarını karneyle aldığımı çok iyi anımsarım.
***
YOKLUK ÇOKTU, AMA, ADALETSİZLİK YOKTU…
Komşular pişirdikleri yemekleri paylaşırdı.
Düğünler sünnetler tam bir dayanışmayla olurdu.
Düğün yemeği birlikte pişirilirdi.
Masalar, sandalyeler, çatal, bıçak, bardaklar da komşulardan toplanırdı. Herkes kendine ait olanlar bilinsin diye oje veya başka bir malzemeyle ayırt edicilik yaratırdı.
***
Bunca yıllık deneyimimle, şunu kesin olarak ifade edebilirim.
Toplumsal huzurun birinci koşulu, adalettir.
Adalet hayatın her alanında zorlamasız var olduğu zaman, öteki zorluklar, yokluklar, sıkıntılar, huzuru, toplumsal barışı asla bozmaz.
Hatta, yokluk karşısında paylaşım kültürü, dayanışmayı güçlendirirdi.
***
Ahhhh nerede o günler?
Kimse yokluğu özlediğimi sanmasın…
Özlediğim adalet, liyakata değer, saygı, sevgi, dayanışma ve huzurdur.
***
… Son bir vurgu… Kötü örnekler, yanlışlar, kimseye benzer davranış hakkı tanımaz.