Alper Eliçin

Boğaziçi’nde Bir Gün

Dünyanın en güzel yerlerinden biri hala Boğaziçi. Ben de Mayıs başı üç arkadaşımla birlikte İstanbul Boğazında bir gezinti yaparak epey bir zamandır gitmediğim yerleri ve yeni mekanları görme olanağı buldum. Havanın güzel olması da hepimiz için bir şanstı.

Boğaz programına, metro ile Levent’ten Boğaziçi Üniversitesi istasyonuna giderek başladım. Oradan fünikülerle Aşiyan’a inip, vapurla Üsküdar’dan gelen iki arkadaşımla buluştum. Sonra yine başka bir motorla Anadoluhisarı’na geçtik. Bildiğiniz gibi Aşiyan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) liyakatlı kadroların yönetimine geçtikten sonra önemli bir aktarma istasyonu haline gelmiş durumda. Fünikülerle Rumelihisarıüstü’ne, sık seferlerle de Üsküdar veya Anadoluhisarı ve Küçüksu’ya ulaşmak olası.

Biz de Aşiyan’dan Anadoluhisarı’na 10 dakika içerisinde geçtik. İskele’de bizi aracıyla gelmiş olan dördüncü arkadaşımız karşıladı. Yürüyerek, yine İBB tarafından restorasyonu yeni tamamlanmış olan Anadoluhisarı’na gittik. Hisar uzun yıllardır halka kapalıydı.

Uzman kişiler tarafından yapılan çalışmalar sonucunda hisar özgün haliyle korunmuş. Bu konuya özellikle vurgu yapmamım nedeni, son yıllarda pek çok tarihi eserin iş bilmez kişiler elinde restorasyon adı altında tahrip edilmiş olması. Bildiğiniz gibi çizgi roman kahramanı Sünger Bob’a benzetilen 2000 yıllık Şile’deki Ocaklı Ada Kalesi bu tahribatın en güzel örneklerinden biri.

Ocaklı Ada Kalesi, restorasyon öncesi ve sonrası

Anadoluhisarı 1394-95 yılları arasında Yıldırım Beyazıt tarafından yaptırılmış; ağırlıklı olarak bir gözlem kalesi olarak düşünülmüş. Hisarın yapımı bitince Yıldırım Beyazıt Doğu Roma İmparatoru II. Manuel’e elçi yollayarak şehrin teslimini istemiş, ancak imparator Beyazıt’ın talep ettiği vergi dahil tüm isteklerini kabul edince Bizans üzerine yürümekten vazgeçmiş. Kale içerisine dizdarlar, muhafızlar ve ailelerini yerleştirmiş ve bir Türk mahallesi oluşturmuş.

Anadoluhisarı

Daha sonra II. Mehmet Anadoluhisarı’nın karşısına Rumelihisarı’nı, yani Boğazkesen’i yapınca Osmanlı Boğaz’a kilit vurmuş ve Doğu Roma’nın Karadeniz’den sağlanan tüm lojistiğini kesmiş.

Hisar, İstanbul’un fethinden sonra da, 17. yüzyıl sonlarına kadar İstanbul’u kuzeyden koruma görevi üstlenmiş. En son Ukrayna’dan gelen bir Kozak (Cossak) saldırısının püskürtülmesinde kullanıldığı biliniyor.

Hapishane olarak da kullanılan Anadoluhisarı daha sonra kendi haline bırakılmış. 1894 depreminde hasar gören yapı 1928’de sahil yolunun yapımı esnasında ikiye bölünmüş. En sonunda da 2021-2023 yıllarında esaslı bir restorasyondan geçirilmiş.

Anadoluhisarı’ndan Rumelihisarı ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne bakış.

Anadoluhisarı’ndan sonra aracımızla, yine İBB’nin müzeye dönüştürdüğü Çubuklu’daki eski akaryakıt depolarına gittik. Çocukluğumda 15 numaralı İETT otobüsüyle Beykoz’a giderken yanından geçtiğim bu depolar daha sonra atıl hale gelmişti.

Çubuklu araba vapuru iskelesinin hemen yanında olması nedeniyle, İstinye üzerinden İstanbul’un Avrupa yakasından da kolaylıkla ulaşılabilen ve Çubuklu Silolar adını alan endüstriyel mirasımızın bir parçası konumundaki bu tesisler, artık bir kültür, sanat ve yaşam merkezi haline gelmiş. Merkezde Dijital Sanatlar Müzesi, Doğa ve Bilim Müzesi, büyük bir kütüphane, atölye, karşılama merkezi, sahne, kafe, restoran, çocuk ve sanat merkezi gibi alanlar yer alıyor. Ayrıca sahilde yapılan yürüyüş yolu da iskelenin hemen kuzeyinde.

Çubuklu Silolar

Siloların birinin içerisinde, ekranlardaki avatarların aralarında yaptıkları bir psiko analiz seansını izlemek de olası. Aynı şekilde bir başka siloda, nesli tükenmiş bir gergedanın yapay zeka ile üç boyutlu olarak canlandırılmasını da takip edebilirsiniz. Zaman içerisinde bu gösterilerin yerine yenileri gelecekmiş.

Siloların üstünden Boğaz’a bakış.

Çubuklu’dan sonra aracımızla Anadolukavağı’na geçtik. Biz köye ulaştığımızda saat 14:00’ü bulmuştu ve vapurla gelip öğle yemeğini burada yemiş olan kalabalık gruplar gemiye biniyorlardı. Biz de sakinleşen ortamda kıyıdaki restoranlardan birinde hemen denizin kenarında bir masaya oturduk ve biraz meze ve balık söyledik. İki arkadaşımız beyaz şarap tercih ederken ben ve aracı kullanacak olan arkadaşım bir birayı paylaştık.

Yemekten sonra ise hemen Anadolukavağı’nın kuzeyinde olan Yoros Kalesi’ne çıktık.

Yoros Kalesi, aynı zamanda Ceneviz Kalesi olarak anılsa da, ilk inşa edenler Doğu Romalılarmış. Tıpkı Anadoluhisarı ve Rumelihisarı gibi, karşı sahildeki Rumelikavağı üzerindeki bir kaleyle birlikte Boğaz girişini kontrol etmek için yapılmışlar. Ancak o dönemlerde top daha icat edilmediğinden daha çok gözetleme işlevi yapmışlar.

Yoros Kalesi

Kale 1305’te Türklerin eline geçmişse de, 1348’de Karadeniz’de hakimiyet kuran Cenevizliler tarafından kontrol altına alınmış. Ancak bu da uzun sürmemiş ve 14. yüzyıl sonlarında Osmanlılar Boğaz’ın tüm Anadolu yakasını kontrol altına alırken Yoros’a da yerleşmişler. II. Beyazıt zamanında genişletilen kalenin kullanımına 19. yüzyıl başlarına kadar devam edilmiş. Osmanlı döneminde, kalede sadece Karadeniz’den girişi kontrol etmeye yönelik değil, aynı zamanda Anadolu’dan gelecek tehditlere karşı da önlemler alınmış.

Yoros Kalesi’nden Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ne bakış

Kale günümüzde kendi haline bırakılmış durumda. Hiçbir koruma, güvenlik vs yok. Daha da fazla harap olmadan yerel veya merkezi hükümetin el atmasını bekliyor.

Gezimiz, Çubuklu’dan araba vapuruyla İstinye’ye, oradan da yoğun bir akşam trafiğinde Aşiyan’a ulaşmamızla sona erdi. Bir İstanbullu olarak Türkiye ve dünyayı dolaşırken İstanbul’u gezmeyi de unutmamamız gerektiğini bir kez daha fark ettim. Evet İstanbul gerçek bir dünya kenti. Onu iyi korumamız, geliştirmemiz gerekiyor.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu