Hasan Hastürer

Anıların, acı olanı hiç unutulmaz…

Torunum Lara, 15 yaşında. İki hafta önce Trodos’ta iki toplumlu gençlik kampına katıldı. Gençler, bir anlamda kendi taraflarından karşı tarafa hangi değer yargılarıyla baktıklarını da anlattılar. Önemli kabul edilen ve yıldönümü, her yıl unutulmayan, olaylara nasıl farklı baktıkları ya da nasıl eksik bildiklerini gördüler.

Örneğin Erenköy savaşlarından Rumlara öğretilen Türk uçaklarının gelip  yaptığı bombardıman. Orada 500 dolayında çoğunluğu üniversite öğrencisi Kıbrıslı Türk Gencin, Türk uçakları gelmese, on bin dolayınca Rum – Yunan askeri tarafından toplu katliam gibi öldürüleceklerini, Rum gençler bilmiyor.

Lara’ya Erenköy mücahidi olan öteki dedesi Erdal Aksın’dan yaşananları dinleyip, birinci ağızdan öğrenmesini söyledim.

***

Erenköy’e direnişinin yıldönümü olan 8 Ağustos’ta olmayı hep isterdim. Bu isteğimi ilk kez 8 Ağustos 2002’de gerçekleştirmiştim.

Ertesi günü 9 Ağustos 2002’da tam 22 yıl önce gözlem, izlenim ve duygularımı yazmıştım. Günlüğümden bir not bütünü olarak o yazımı sizlerle paylaşmak istedim bugün:

***

“ Bunca yıldır Erenköy’e gitmek hep aklımdaydı. Kıbrıs Türk toplumunun tarihinde Erenköy’ün yeri özeldir.

Erenköy dendi mi genelde kahramanlık hikayeleri anlatılır. Büyük çoğunluğu üniversite öğrencisi, bir kısmı da İngiltere veya başka yerden beş yüz dolayında genç Kıbrıslı Türk neredeyse savaşın s’sini bilmeden 1964 yılında Erenköy’e çıkarılmışlardı.

Erenköy’ü arkadaşlardan dinledim hep.

Erenköy’ü görmek dünkü güne ( 8 Ağustos 2002)  nasipmiş.

*     *      *

Sabahın beşinde Yedidalga için yola çıktık Lefkoşa’dan. Gün ağarmaya başlarken Yedidalga’daydık.

Bir çıkarma gemisiyle yol çıktığımızda güneş hafif hafif yükseliyordu.

Denizin dalgası bizi istediği yönde sallarken, sahilden birkaç yüz metre içerden batıya, Erenköy’e doğru yol alıyorduk. Geçen yıl Rum deniz kuvvetlerinin tahrik olarak nitelenen yakınlaşmasına karşılık bu yıl KKTC Güvenlik Kuvvetleri özel önlem almıştı.

Yolculuk ve yol önemli değil.

Yeşilırmak, Pirgo, Mansura derken Erenköy’ün tepelerindeki nöbet noktaları görüntü. Orada da tepelere KTTC ve Türk bayrakları işlenmiş taştan.

Çıkarma gemisi güneye burun kırıp tarihi Erenköy’ün sahiline kapak attı.

Gemide basın mensuplarıyla birlikte eski Erenköy mücahitleri ve yakınlarını yitirenler de vardı.

Erenköy mücahitleri içinde 38 yıl sonra Erenköy’e ilk kez gidenler heyecanlıydı.

Şehit aileleri ise kovalar dolusu çiçekle, canlarından yıllarca önce kopanların mezarlarına hüzünlü yürüyüş için gemiden sahile ayak bastı.

Erenköy, birkaç kilometre karelik bir alan. Askeri birliklerin kullandığı binaların dışında sağlam bir tek bina yok.

Erenköy savunmasında önemli yeri olan mağaralar yerinde.

En büyük olanın yanından geçerken orasının hem cephanelik hem de sıkışık anlarda hastane olarak kullanıldığını söylediler. İçerisine yürüdüm, oda gibi bölümleri olan bir mağara.

Eski mücahitler tepeleri isimleriyle gösterip, o savaş günlerini anlatıyorlar.

*       *       *

 Savaşın üzerinden geçen zaman, ne kadar uzun olursa olsun kahramanlık hikayelerinde düşüş olmaz. Savaş anlarında korkanı bulamazsınız, herkes korkusuzdur, herkes ölüme meydan okumuştur.

Erenköy savunmasını küçümseme düşüncem yok. Ancak dün anlatılanları dinlediğim zaman çok iyi anladım ki, hiçbir savaş bilgisi ve ciddi eğitimi olmadan Kıbrıs’a çıkarılan çocuk yaştan gençlik dönemine geçen öğrencilerin Erenköy topraklarını değil, kendi canlarını korumaları büyük başarıydı.

    Eğitimsiz olarak  öğrencilerin Erenköy’e çıkarılmasının doğruluğu yanlışlığı, bir gün ciddi ciddi tartışılırsa çok ilginç sonuçlara ulaşılacağı kesindir.

*      *     *

Erenköy şehitliği sahile hakim noktada. Hasan Yusuf, Ali Hasip, Mehmet Mustafa, Fevait Ali, Aydın Veleddin, İlmiye Şakir, Özel Ali, Ahmet Altan, Kenan Münür, Zeki Bayram, Osman Ali, Hüseyin Cemal ve Mehmet Eray’ın mezarı Erenköy Şehitliği’nde.

Törenin başlamasına daha yaklaşık bir buçuk saat var. Şehitliğe gidiyoruz. Şehit ailelerinin yakınlarının mezarı başındaki davranışları,  insanın duygu pınarlarını gözyaşına dönüştürecek kadar duygu yüklü.

Davranışlarda nutuk yok. Orada sözler değil, bakışlar konuşuyor.

    Gülcan Karabiber, Babası OsmanAli’nin mezar başında… Önce çiçekleri bırakmış, ardından mezar taşındaki resmi siliyor. Duygularını soruyorum… Anlatıyor: “Babam şehit olduğu zaman altı aylıktım. Zeki Bayram’la aynı yerde şarapnel parçasının boğazına saplanmasıyla 22 Temmuz 1974’te şehit oldu babam. 12 yaşıma kadar beni babamın ziyaretine getirmediler. Nedeni belirlenemeyen rahatsızlıklarım oldu, yürürken ayaklarım dolanıyordu. Sonunda doktorlar içimde bastırılmış bir duygudan kuşkulandılar. Babamı ziyarete geldikten sonra daha iyi oldum. Babamın mezarını ziyaret ettiğim zaman acı anıların hiç unutulmadığımı anlarım.”

*     *      *

Mehmet Eray, Eczacılık Fakültesi öğrencisiyken 1964 yılında 22 yaşında şehit olmuş. Annesi 82 yaşındaki Vacibe Eray, dokuz evladına karşılık Mehmet Eray’ın acısını aradan geçen 38 yıla karşılık unutmadığını anlatıyor.

Mezar üzerindeki çiçekleri oğlunu sever gibi yaşlı gözlerle severken, eline bir çekirge geçti Vacibe Teyze’nin.

    Ne yapacağını merakla izledim.

    KIBRIS Gazetesi’nde staj yapan Sedef’e seslenip “Al kızım bir kenara bırak. Biri yanlışlıkla basıp öldürmesin” dedi.

    Sedef, küçük çekirgeden çekinince çekirge yere düştü. Yaşlı kadın o çekirgeyi bir kenara bıraktırana kadar izledi.

*       *      *

Dün ( 8 Ağustos 2002) Erenköy’de deniz dalgalıydı. Girne’den kalkan gemi çok az yolcusunu indirebildi. Büyük çoğunluk onca uzun yolculuğa karşılık geri döndüler.

Cumhurbaşkanı Denktaş ve öteki üst düzey protokol denizyoluyla gelemeyince iki helikopterle Erenköy’e ulaştılar. Orada görevli birlik, iyi ev sahipliği yaptı.

Tören yapıldı. Konuşmalar yapıldı. Tören nedeniyle orada bulunabilen toplam 123 kişi farklı duygularla geri Yedidalga’ya döndü.

   İnsanların bakış açısı üzerine, bu köşede günlerce yazabilirim. Bu satırların yazarı olarak duygu sömürüsü asla yapmam. Ancak dün bir kez daha anladım ki EN KÖTÜ BARIŞ, EN İYİ SAVAŞTAN İYİDİR.

*     *    *

 Şehitlikte çiçekler konulurken hoparlörlerden yükselen şarkı. “Yaslı gittim, şen geldim/ Aç koynunu ben geldim/ Bana bir yudum su ver/ Çok uzak yoldan geldim.”

    Sanki da Vacide Teyze, oğlu Mehmet’e okuyordu, ya da Gülcan Öğretmen, Babası Osman Ali’ye… Ancak giden geri gelmezken, ateşte düştüğü yeri yakıyordu…” ( 9 Ağustos 2002 – KIBRIS)

 

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu