Şimdi de, o yöne doğru mu gidiyoruz?
Bir zamanlar Risk diye bir oyun, oldukça popülerdi. Oyunun zemini dünya haritası. Birden fazla kişi ile oynanıyordu. Hala oynayanlar var mı, bilmem…
Her oyuncu oyunun başında aldığı kartlara göre askerlerini yerleştiriyor. Bu arada verilen görev kartında da hangi kıtayı alacağı ya da bir grubun askeri yok etmesi gibi görevleri yazılı. Atılan zarlardaki sayısal büyüklüğe göre komşu ülkelerden başlayarak hedefine doğru ilerliyor her oyuncu…
Oyunun ruhuna katılmıyorum. Yayılmacı anlayıştan esinlenen ve yayılmacı duyguları tatmin eden bir oyun. Hemen hemen tüm oyunlarda hangi yaş grubuna hitap ettiği yazılıdır. Bu oyun ise sekiz yaşından seksen sekiz yaşına kadar mantığı yerinde hemen hemen herkesin oynayabileceği bir oyun.
Bilgisayardaki pek çok oyunun özünde, dünya sorunları ve savaş oyunları yok mudur?
Bu tür oyunlara baktıkça dünyada fiilen var olan pek çok sorunun da aslında gerçek yaşamın “oyunu” olduğu yargısına çok yakın oluyorum.
Her oyunun bir sonu vardır. Oyunun sonu ya zamanla ya da oyunun sonuçlanması için gerekli üstünlükle belirlenir. Bir başka yaklaşımla ya kazanan belli olacak ya da kaybeden.
Örneğin voleybol oyununda oyunun süresi yoktur. Tarafların kazandıkları sayılar oyunun kaderini belirler. Bugüne kadar bilebildiğim kadarıyla hiçbir voleybol karşılaşması saatlerce, günlerce asla sürmemiştir.
Zaman kısıtlaması olmayan oyunların bile makul sayılacak bir zaman diliminde sonuçlanması hedeflenir. Aksi halde oyunun sonuçlanması için ek kurallar geliştirilir.
Kıbrıs sorunu da bir oyun mudur?
Yukarıdaki mantıktan hareket edersek tabii ki bir oyundur.
Kıbrıs sorunu çözümsüzlükte dünyanın en eski uluslararası sorunlarından biri oldu. Biz istesek de istemesek de Kıbrıs sorunu uluslararası bir kimlik kazandı.
Uluslararası kimlik kazanması nedeniyle oyuna şu veya bu kimlikle dahil olan ülkelerle, yeni “oyuncu” sayısı her geçen yıllar artmıştır.
1960’ta Kıbrıs sorunu Kıbrıs Cumhuriyeti kimliğiyle çözüme ulaşırken İngiltere, Türkiye ve Yunanistan garantör ülke olarak Kıbrıs’ta pozisyon elde etmişti.
Bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin Akdeniz’e inme hesaplarında Kıbrıs’a ilgisi hep dikkatle gözlenmişti. Makarios’un bağlantısızlar hareketindeki konumu ve Sovyetlerle yakınlığı Batı’yı ve özellikle ABD’yi kaygılandırmıştı. 15 Temmuz 1974’te faşist Yunan Cuntası tarafından Makarios’a yapılan darbenin nedenleri arasında Makarios’un bu yakın duruşlarının etkisi olduğu bilinir.
Çok zayıf bir olasılık olmasına karşılık Kıbrıs’ın ikinci bir Küba olmasından korkan ABD’li senaristler vardı.
Kıbrıs sorunu bugüne kadar zaman limiti olmayan bir oyun olarak kabul edildi ya da öyle oynandı.
Oyuncular da bunu sevdi. Bizim Rum Yönetimi dediğimiz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği ya da AB’nin genişleme sürecinde Kıbrıs’ın Yunan vetosuyla bağlantılı stratejik konumu, Kıbrıs sorununun çözümünde zaman sınırsızlığını ortadan kaldırdı. Ancak o noktada tarihi fırsatı Kopenhag’ da kaçırınca ortaya çıkan zaman limiti maalesef aşıldı. Bu noktayı farklı değerlendirenlerin olduğunu biliyorum.
Kıbrıs sorununa birinci derecede taraf Kıbrıs Türk ve Rum tarafları, ikinci derecede ise Türkiye ve Yunanistan’dır. 1963 Aralık ayını esas alırsak 61 yıldır soruna doğrudan taraf olanlar çare üretmeyi başarabildi mi?
Sonuç ortada. Çare üretilmediği için hem sınırsız zaman hakkı harcandı hem de yeni tarafların Kıbrıs sorununa taraf olmalarına davetiye çıkarılmıştır. “Bırakın biz görüşüp anlaşalım” desek “Kırk yıldır niye anlaşamadınız?” sorusuna muhatap oluruz.
Annan Planı’nın biraz da tepeden inmesinin nedeni bu değil miydi? Dönemim Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs özel temsilcisi Alvaro de Soto, bir görüşmemizde , “Taraflar makul bir süre içinde anlaşmayı başaramazsa, çözüm inisiyatifi üçüncü tarafa geçer” demişti.
Şimdi de, o yöne doğru mu gidiyoruz?