Yarınımızı satmak mı marifet?
Son yazımda İskele bölgesinde temelde plansızlık kaynaklı yaşanan çarpıklıklara değinirken, emlak ve inşaat sektörünün ekonomik boyutunun ayrıca değerlendirilmeye muhtaç olduğunun yazmıştım.
Bugün için, İnşaat ve emlak, devletin gelir kalemleri arasında en ön sıralarda yer almaktadır.
Bunun yanında, gerek İstatistik Kurumu, gerekse Devlet Planlama Örgütü kaynaklarından erişebildiğim 2020 yılına ait verilere göre sabit sermaye yatırımlarının yüzde 46.9’u inşaat ve konut sektöründe.
İster devletin gelir kaynakları, isterseniz sermaye tarafından bakın, bu oran sağlıklı ve olması gereken noktada değildir.
Hafızanızı tazeleyecek olursak, 1974 sonrasında 2003 Annan planı dönemine kadar sessizliğini koruyan emlak ve konut sektörü, planla beraber, plansız bir büyüme içine girmiş sonrasında birçok farklı mağduriyetin sebebi olmuştu.
O dönemin bıraktığı yurt dışından emlak ve yatırımcı anlayışı mirası ise, bugün İskele bölgesinde devam ediyor.
Sadece İskele bölgesinin değil, tüm ülkenin imar planına ihtiyacı olduğu yılların tartışma konusu olması yanında, kanayan yarası. 1989’da ülke imar planı hazırlanması için alınan kararı, otuz üç yıldır gerçekleştirilemedik.
İskele ve Yeniboğaziçi bölgeleri hızla büyüyen bölgeler. Bu bölgelerin dışında da özellikle sahil şeridinde büyüyen Esentepe, Tatlısu gibi bölgelerimiz var.
Hepsinin ortak noktası yabancıya yapılan emlak ve konut satışı.
‘Büyüyen’ kelimesini özellikle kullanmamın sebebi, her büyümenin sağlıklı olmayışından kaynaklı. Büyüme her zaman gelişimi de barındırmıyor.
Bölgenin büyük müşteri potansiyeli ya dış yatırımcı ya da yabancılar.
Temel prensipte, arz ve talep arasındaki denge, ürünün fiyatlandırmanın temel prensiplerinin başındadır.
Ayni mantığı emlak sektörüne uygularken, çok daha dikkat edilmesi gerekliliği düşüncesindeyim.
Satılan mal, bir bitmiş ürün veya servis değil, ülke toprağıdır.
Ülkemizde emlak ve konut fiyatlarının, bizim ülke koşullarına göre çok yüksek olduğu gibi bir Avrupalı veya gelir seviyesi yüksek yabancı yatırımcı için çok cüzi gelebiliyor.
Kendi insanımızın alım gücü ile ülkemizin uçsuz bucaksız bir ülke olmadığı da ortada.
Şu anki koşullarda ise özellikle sahil şeritlerinde, emlak fiyatlarında belirleyici olan yabancı yatırımcı ve yabancı alıcılar.
Satılan mallarla ilgili, genel ülke topraklarına oranla yüzdeliğinin düşüklüğü ortada bir sorun olmadığının, ya da küçük gösterilmesinden başka bir cevap değildir.
Eğer ülkenin en kıymetli yerleri el değişiyorsa, burada bir sorundan bahsetmek gerçeklikten uzaklaşmak sayılmaz.
2008 ile 2014 yılları arasında İspanya’da ekonomik kriz yaşandı.
Krizin temelinde ise başlıca aktör ise emlak ve konuttu.
Önce fiyatlar yabancı yatırımcının ilgisini çekti.
Sonrasında yerli ve yabancı yatırımcının fiyatları yükseltmesi.
Gayrı safi yurt içi hasılada suni büyüme.
Emlak alımında borçlanmanın büyümesi ve sonrasında borç altında kalan İspanyollar.
İspanya’nın bu krizi aşması altı yılını aldı.
Konu çok yönlü bir konu. Çok yönlü olduğu kadar toplumun tüm kesimlerini de ilgilendiriyor.
Herkesin ülkesinde yaşayacak bir alana sahip olma hakkı olmalıdır.
Olurken de insanca yaşayacak kadar gelire sahip olmalıdır.
Eğer ülkedeki emlak ve konut fiyatları o ülkenin insanlarının gelirine göre belirlenmiyorsa bu noktada yanlış giden bir şeyler vardır.
Konunun bir diğer önemli yönü ise Kuzey Kıbrıs’taki emlak ve konut fiyatlarının olası bir çözüm sonrası kıymetidir.
Mevcut koşullar içinde Kuzey Kıbrıs emlak fiyatları ile Güney Kıbrıs emlak ve konut fiyatları arasında uçurum vardır. Bunda, Güney ve Kuzey arasındaki maaşların farklılığı, sosyal devlet imkanları, güvenlik özetle oturmuş düzen emlak fiyatların denkleşmemesindeki temel etkenlerdir.
Büyük bir çoğunluk, olası bir çözüm sonrası iki bölge arasındaki fiyat farkının bugünkü gibi olmayacağı ve yakınlaşacağı konusunda sanırım hemfikir olur.
Bizde gerek devlet, gerekse sektörün içindeki emlakçısından, müteahhitine, inşaat malzemesi satanından, finans sektörüne kadar, bugün sorunları da olsa emlak ve konut satışından gelir elde etmekte.
Gelir ve kar iki farklı kelime. Biz ise bunun ayırımını da, ölçümünü de yapamıyoruz. Yarını umursamadan bugünü yaşıyoruz.
Toprak olarak bu kadar kısıtlı kaynağa sahip Kuzey Kıbrıs’ta, olası bir çözüm sonrası artacak fiyatlarından oluşacak kar, aslında kimin karı olacak?
Yapıp satanın mı? Alanın mı..?
Mevcut yapımızın olası bir çözümle uluslararası hukuk dahilinde, mülkiyet ile ilgili doğabilecek hukuki tazminatlar kimin sorumluluğunda olacağı konusu hala muallak.
İnşaat ve emlak sektörleri ekonominin lokomotif sektörü olamaz ve olmamalıdır. Ancak sektörün ekonominin içindeki büyüklüğünün çok yönlü etkileri de göz ardı edilmemelidir.
Her şeyin ötesinde olan ise, bırakın asgari ücretle çalışanı, eğer benim ülkemde 20 yıllık öğretmen arkadaşımın maaşı, 60 bin sterlin değerinde bir apartman dairesini alırken, finans sistemi tarafından, geliri yetersiz değerlendirmesine takılıp, kredi alamazken, lütfen bana kimse inşaat ve emlak sektöründe başarı öyküleri anlatmasın.
İşin gerçeği, günü kurtarıyor gibi görünürken, geleceğimizden yediğimizdir.
Kendi insanımızın geliri de, ne olacağı da umurumuzda değil, para gelsin de kimden gelirse gelsin biz ona bakarız diyorsanız, böyle devam edin.