Hasan Hastürer

Çocuk yüreğimin hiç tanımadığı bir korkuydu yaşadığımız….

Yıl 1963. Aylardan aralık. 21 Aralık akşamı Tahtakale’de patlayan silahlar, çok geçmeden bizim köyümüze, K. Kaymaklı’ya da ulaşmıştı.

Henüz bir ilkokul çocuğuydum. Abilerim lise öğrencisi ya da o zamanki adıyla lise talebesi.

Son zamanlarda eve geliş gidişlerinde bir düzensizlik vardı. O düzensizliğin kaynağının TMT’cilik olduğunu sonradan öğrenmiştim.

Çocuk yüreğimin hiç tanımadığı bir korkuydu yaşadığımız.

Mehmet Şakir’in evimizin köşesinde direğin altına siper alıp brengunla B. Kaymaklı’ya doğru ateş ettiğini hiç unutmam.

   24 Aralık 1963 akşamıydı. Çok soğuk bir kış gecesi olduğunu anımsıyorum. Silah sesleri yoğunluk kazanınca daha güvenilir diye karşı komşumuz Kadriye Aba’nın evinin hanay dediğimiz üst katına çıkmıştık. O günkü savunma bilgimizle üst kat daha güvenilirdi.

   Gecenin karanlığında delinen duvarlardan geçe geçe sonunda kendimizi Hamitköy’e doğru göç yolunda bulduk.

   Geceyi Halil Efendi’nin Bahçesi denilen yerde geçirip, 25 Aralık’ta soluğu Hamitköy’de aldık.

   Üç dört yüz nüfuslu Hamitköy’e binlerce göçmen. Bırakın yatacak yatak, oturacak sandalye yoktu.

   Aç susuz kaldık. Çadırlarda barındık.

   Göçmenliğin ne olduğunu yaşayarak öğrendik. Ortaköy’de susuz ve tuvaletsiz bir odada yıllarca yaşadık.

Lise birinci sınıfa giderken, öteki arkadaşlarım gibi mücahit oldum. Akşam nöbet tuttuk, sabah uykusuz gözlerle okula gittik.

   Neticede yaptığımız bir vatan göreviydi. Bu görevin karşılığı ne olur diye hiç düşünmeden nöbet tuttuk.

Tam terhis olmak için, liseyi bitirdikten sonra, bir yıl daha mücahitlik yapanlar arasındaydım..

Gençlik yıllarımızın üç küsur yılı mücahitlikte geçti.

Geldik 1974’e… Bu defa seferi kadro olarak savaşa katıldık.

   Zorlukları yaşamak, savaşın koşullarında ölümle burun buruna gelmek, insanlar için unutulması mümkün olmayan kader birlikteliği nedenidir.

1963 sonrası Rum barikatlarını da hatırlarım, Sarayönü’ndeki “süt isteriz” pankartı taşınan mitingleri de…

   EOKA’cı Rumların barikatları yaşamla, özgürlükle aramıza konulmuş birer insanlık ayıbıydı.

   O barikatları kabullenmek çok zordu. Ama neticede bunları yapan EOKA’cılardı. Bu adada yaşamanın ötesinde, Rumlarla ciddi,  müştereğimiz olmamıştı o güne kadar.

Gün geldi tekerlek tersine döndü. 1974 sonrası bu kez Rum toplumu ağır bir bedel ödedi.

Kıbrıs Türk toplumu 1974 sonrası çok yeni ve o güne kadar görmediği, tanımadığı olanaklarla tanıştı.

   1963-1974 arası yokluğu, zorluğu büyük ölçüde adil paylaştırmıştı bize koşullar. 1974 sonrası sıra bazı değerlerin paylaşımına geldiğinde sınıfta kalacağımızın kokularını erken almıştık. Kritik görev noktalarında statü elde edenler, önce kendi yakınlarını düşündü.

   Adalet terazisi bir kez bozuldu, 50 senedir düzelmedi.

İnsanımız dün nöbet tuttu, savaştı. Savaşın acı yüzünü gördüğümüz için kalıcı barış ve çözüm isteyenlerdenim. Ancak çözüm  istemek, teslim bayrağını çekmek, Rum’un, istediğini kabul etmek değildir.. Hatta koşullar yine aynı noktaya gelirse, insanımız yine mevziye girer.

   Ancak vatana yapılan hizmetlerin helalini önleyen uygulamaların sahiplerini, çok iyi tanımak ve inadına teşhir etmek de boynumuzun borcudur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu