İnsanın, en çok fenasına giden…
![](https://noktakibris.com/wp-content/uploads/2024/12/HASAN-HASTURER-8-780x470.jpg)
Bir süredir, adını tam da koyamadığım bir sıkıntı hissediyorum. Uyku kalitem bozuldu. Bitmesini istemediğim güzel bir rüyayı, en son ne zaman gördüğümü unuttum.
Hapı olsa, “Rüya görmeme hapı” içeceğim.
Krizleri, sıkıntıları yönetme, yönetmeden öte yenme becerimin fena olmadığını söyleyebilirim.
***
Bir gün önceden karar verdim. Önceki günü kendime ayırdım.
Sabah 10’u yirmi geçe Zara, “Ben hazırım, geliyorum” dedi. Kızım Seran’la evimiz çok yakın. Az sonra Zara geldi.
“Nasılım?” diye sordu. Annesiyle birlikte tercih kesişmesi yapıp, giydiklerini beğendiğimi söyleyince, mutlu oldu.
***
Mutluluğu, çok yalın nedenlerle var edenler, hayat boyu mutlu olur. Mutlu olanın, sağlık sorunları da daha azdır.
Arabaya bindik. Hedef, oğlum Serkan’ın oğlu, üç numaralı angonim, torunum Alen’i almaktı. Onu da aldık.
Peki bir sonraki durak neresiydi? BRT.
***
Müzik dünyasında bileğinin, sesinin hakkıyla, ön sıralarda yer alan Ayşegül Zaim’in “Şarkı Söylemek Lazım”, programının band çekimi vardı.
Oval Stüdyo, biz gittiğimizde hazırdı.
Ben Ayşegül’ün yanına, Alen ile Zara, izleyici bölümüne yerleşti. Belirteyim. Program izleyicisiz.
Keman ve gitarla, dolu dolu müzik yapan iki Ali çaldı, biz keyifle söyledik. Program sohbet bölümünde, o an aklıma geldi, “Her insanın kendi bestesi, doğduğu zaman ağlayarak söylediği şarkısıdır. Bebek annesine isteğini, ağlama şarkısıyla iletir. Sonra konuşmaya başlar. Besteler geride kaldı. Ancak, sesin güzel olup olmaması, hiç önemli değil, şarkı söylemek en güzel terapidir” dedim.
***
Program bitti. Torunlarım da yanımıza geldi, Ayşegül Zaim’le hatıra fotoğrafı çektirdik.
… Ve ver elini, Alen’e telefon almaya.
Alenime, onu mutlu edecek cep telefonunu almak için yolda giderken, kırk bir kere maşallah, seksenli yılları geride bırakmaya, sağlıklı ve düşünce zindeliğiyle hazırlanan Tülin Manyera Gürsoy’u aradık. Evden çok çıkmayan, aile büyüğümüz gibi dünyamızda yeri olan Tülin Manyera Gürsoy’a yemek davetimizi ilettik.
Telefonu aldık… Yemeğe gittik… Çin mutfağından lezzetler tattık.
Dereboyu’nda annesi Seranla alış veriş yapan iki numaralık torunum Karla’yı da aldık. Basketbol antrenmanı olan Alen’i evine bıraktıktan sonra, Hamitköy’e evimize döndük.
Biraz yorgundum.
Dinlenmek için uzandım. Üç saate yakın uyudum…
***
Eve giderken Başaran Düzgün arayıp, mevcut Büyükelçi Yasin Ekrem Serim’le, Büyükelçi Ali Murat Başçeri’nin “nöbet” değişiminin aslını sordu. Bir süre önceden kulağıma gelen bir ön bilgiydi. Yine de “bir bakayım” dedim.
Uyandığımda, konuyla ilgili birkaç telefon daha aldım.
En son Ankara’dan, haberle ilgili bir link ve “Hasan Bey Gardaşım, doğruluğu var mı, bilemedim…” mesajı…
Güvenilir bir kaynakla konuyla ilgili bir telefon konuşması yaptım. Söylenen: “Haber doğrudur. Nöbet değişimi için süreç başlatılmıştır..”
***
Aslında, bugün futbol dünyamızda yaşanan şike iddialarını yazacaktım. Futbolumuzda yaşanan bu kirlenmeyi dün bana soranlara öz olarak şunu söyledim:
“Futbolumuz uzunca bir süredir, çok ciddi meşru olmayan yollardan ya da bir bicimde kolay para kazananların işgalindedir. Ya da daha yumuş ifadeyle oyuncağı olmuştur.
Alın teriyle para kazanmayı bilmeyenler, sahada kazanmak için formaların ıslatılması gerektiğini de bilmez. Hak edenin, formasını ıslatarak kazanacağını bilmeyen, bildikleri yollardan parayla kazanmak isterler. Konu bu kadar basittir. Spor kulüplerinin, gelir giderleri, denetim altına alınmadığı sürece, futbolumuzda daha pek çok rezilliğe tanık olacağız.”
***
Bu yazı, bir günümün özeti. Ne kadar, kendimize güzel zaman ayırmaya çalışırsak çalışalım, sonunda, pek çok sıkıntı gelip, gündemimizden içeri giriyor.
Yazıma noktayı koymadan şu soruyu sordum, kendi kendime. İnsanın en çok ne fenasına gider?
Yanıt… Doğrusunu bildiği bir konuda, yapılan yanlışlara tanık olmak.