Alper Eliçin

Bezdirme

Geçen haftaki yazımda kısaca değindiğim gibi, ilk bezdirme olayıyla iş yaşamımın en başında karşılaşmıştım. O zamanlar bezdirme (mobbing) diye bir deyim yoktu, ya da yaygın değildi ve bezdirmeden nasıl korunulacağı konusunda bilimsel makaleler de yoktu. Bu ilk bezdirme olayından sonra başımdan iki vaka daha geçti ve anladım ki bezdirme oldukça yaygın uygulanan bir yöntem. Bugün sizlere bunlardan birinden bahsedeceğim.

Yine geçen hafta anlattığım gibi, ilk iş deneyimim ENKA Holding’in bilgiişlem departmanında oldu. ENKA-EBİM olarak adlandırılan bu bölüm ENKA’nın Balmumcu’daki üç yönetim binasının ortada olanının bodrum katındaydı.

EBİM’in müdürü, Hasan Bey’di ve bir inşaat mühendisiydi. Herhalde zamanla bilgiişlem konusuna ilgi duymuştu. Kendisine tanıştırıldığım gün, beni güler yüzle karşıladı, merkezi gezdirdi. Ana bilgisayarı (mainframe) gösterdi. Çalışanlarla tanıştırdı. Sonra da önüme 12 kalın klasörden oluşan bilgisayarın işletimi ile ilgili referans kitaplarını koydu ve bunları okumamı istedi. Böylelikle oryantasyon olarak en kötü uygulamalardan birini yapmış oldu. Adeta Encyclopedia Britannica’yı önüme koymuş ve “oku” demişti. Üstelik bu referans manuellerinin benim yapacağım işle hiçbir ilgisi de yoktu.

Profesyonel yaşamımın başında bu hiç de hoş olmayan bir durumdu.  3-4 gün bu klasörleri okumaya çalıştım ama hiçbir şey anlaşılmıyordu. Sonunda alfabetik olarak ‘B’ ile başlayan terimlere geçtiğimde okudum deyip işin içinden çıktım. Ama şimdi de bütün o klasörlerin içeriğine hakim olduğum varsayılacaktı.

EBİM’de bana verilen ilk iş Japon Toyo firmasıyla birlikte ortak teklif verilecek olan Kerkük- Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nın kapasite arttırımı projesiydi. Japonlar Türkiye’ye gelmeden önce bazı hazırlıklar yapılmasını istemişlerdi. Bunlardan bir tanesi de bir yazılım hazırlanmasıydı. Geldiklerinde bu yazılımı kullanarak bizim kalkülasyon masası ile birlikte bazı simulasyonlar yapacaklar ve teklifi Botaş’a sunulacak hale getireceklerdi.

İstenilen yazılım aslında günümüzde kulanılan Excel’in temel özelliklerini taşıyordu. Günümüzle karşılaştırıldığında o zamanlar iletişim çok yetersizdi. Faks daha icat edilmemiş veya yaygınlaşmamıştı. Uluslararası telefon görüşmeleri çok zahmetli ve inanılmaz pahalıydı. O nedenle Japonlar benden istediklerini teleks vasıtasıyla yolluyorlardı.  Bant üzerinde deliklerden oluşan mesaj teleks makinası tarafından metne dönüştürülüyordu. Benim yolladığım mesajlarsa ENKA’daki bir teleks operatörü vasıtasıyla yine delikli şeritlere dönüştürülüyor, bu uzun şeritler de teleks hatları üzerinden Japonya’ya yollanıyordu.

Programı son derece hakim olduğum Fortran V dilinde yazmaya başladım. Teklif hazırlama süreciyle ilgili sorularımı ise ENKA İnşaat’ın kalkülasyon departmanındaki Bürgehan ve Melih’e soruyordum. Bürgehan da Alman Liseli’ydi ve benden 7-8 yaş büyüktü. Pek gülmeyen ciddi bir kişilikti ama konusunda son derece bilgiliydi. Bana çok yardımcı olmuştur. Melih ise çok daha güler yüzlüydü ve bu proje ağırlıklı olarak onun sorumluluğundaki ekibe verilmişti. O nedenle Melih’le daha çok çalışmam gerekiyordu. Melih’le ileriki iş yaşamımda yollarımız yine kesiştiği için bir başka yazımda onun yaptığı/göz yumduğu bezdirmeden ve altımı nasıl oyduğundan ayrıca bahsedeceğim.

Sonuçta Japonlar’ın istediği programı hazırladım. Değişik testler yaparak düzgün çalıştığına emin oldum ve uzun bir teleks mesajıyla Japonya’ya yolladım. Bir süre sonra teklifin verilmesi öncesi Türkiye’ye gelen Japon ekiple bu sayede ben de yüz yüze görüşme olanağı buldum.

Japonlar için hazırladığım yazılım çok beğenildi ve bana epey bir prestij sağladı. Hasan Bey’in benle ilişkileri ise anlayamadığım bir nedenle bozulmaya başladı. Örneğin ben dahil EBİM’de kimsenin bilmediği PL/1 dilinde bir program yazmamı istedi. Ben bu dille epey bir cebelleşip PL/1’ın daha yeteri kadar gelişmemiş, hatalarla dolu olduğunu kendisine ispat ettikten sonra bu dilden vazgeçildi. Ayrıca sistem analist olarak çalışmama rağmen müşteriyle olan ilişkilerimi keserek görüşmeleri kendisi yapıp bana aktarma yolunu seçti. Böylelikle beni programcı düzeyine indirgemiş oldu. Belki de Japonlarla yapılan çalışmada işin sistem analiz kısmını da bana yaptırmasının nedeni İngilizce bilmemesiydi. Bu durum hem işimi sağlıklı yapmamı engelliyor, hem de kendimi izole edilmiş hissetmeme neden oluyordu. Sonunda da bir gün aramızda geçen gergin bir diyalog sırasında bana ‘yerine geçmeyi hedeflediğimi düşündüğünü’ söyledi ve ardından da ‘insanlar birbirlerinin omuzlarına basarak yükselir’ dedi. Ben de hem gerginleşen konuşmanın etkisi hem de gençlikten gelen bir tepkiyle bir çıkış yaparak “hayalimde ulaşmak istediğim mertebe sizin pozisyonunuz olsaydı, kendimi camdan atardım” dedim. Komik olan, atlayacağın camın zaten benim boyun hizamdan daha yüksekte başlaması ve çimle kaplanmış bir zemine bakmasıydı. Ama Hasan Bey’le ip kopmuştu artık.

Bezdirme çabaları zamanla arttı ve ben sonunda Mühendislik Şirketleri Koordinatörü Prof. Fikret Keskinel’e gittim ve durumu anlattım. Ayrıca ayrılmayı düşündüğümü söyledim. Büyük bir olasılıkla Hasan Bey de Fikret Bey’le daha önce konuşmuştu. Fikret Bey ayrılmamı istemedi. Soruna bir çözüm buldu ve kendisinin asistanı oldum. Sonuçta EBİM’deki görevim sona erdi ve Fikret Keskinel’in birinci blokta bulunan ofisine taşındım.

Yeni çalışma yerimde üç kişiydik. Masamın kafa kafaya olduğu Naili sık sık ENKA Arabia’ya iş için gider, bu seyahatlerde genellikle geçen haftaki yazımda bahsettiğim Profesör Enver Çetmeli’ye refakat ederdi. Ben ve üçüncü masada oturan ve Enver Bey’in asistanlığını yapan Füsun ise odanın demirbaşıydık. Fikret Hoca adeta beni kızağa çekmişti. Önce kendi adına yayınlayacağı birkaç makalenin hazırlanması için emek verdim. Sonra Ankara’da Bilkent’te sunulacak bir tebliğ hazırladık. Sağ olsun kürsüde sunmayı bana bıraktı. Ardından bir FORTRAN IV-V kitabı yazdım. Bana içindekiler bölümünü verdi ve kitabı ben yazdım. Aylar sürdü. Özellikle verilen her örneği bilgisayarda test etmem gerekiyor, sonra o örneğin ekran çıktısını alıyor, hazırladığım Word metninin arasına yapıştırıyordum. Fikret Hoca kitap basılmadan önce uzun uzun tapaj hatalarını düzeltti ve baskıya hazırladı. Sonunda kitap Prof. Dr. Fikret Keskinel adına yayınlandı. Benim adım da Hasan Bey’in de dahil olduğu 4-5 kişiyle birlikte teşekkür bölümünde geçti.

Arkasından bana aynı şekilde bir de BASIC kitabı hazırlattırdı. BASIC’e yeterince hakim olmadığımdan bu kitap da Fikret Bey’in önemli katkısı oldu. Ancak adeta üniversitede bir profesörün asistanı olmuştum. Tek farkı, sonunda doktora yapma şansım olmamasıydı. Körlenmekten endişe etmeye başlamıştım.

Bir şirkette, üretken bir işin parçası olmayınca, ne kadar iyi iş çıkarırsanız çıkarın enflasyonist ortamda maaşınız göreceli olarak düşer. Zira karlılığa bir katkınız yoktur, hatta şirkete mali bir yüksünüzdür. Bana da öyle olmaya başladı. Annem ve babamın bize sağladığı ev sayesinde kira vermememize ve eşim de Pimaş’ta çalışmasına rağmen gelirimiz yetmiyordu. O nedenle evde geceleri o sıralar 1-3 yaşlarında olan oğlumuz uyuduktan sonra ansiklopedi fasikülleri tercüme etmeye başladım. Annemin çok yakın bir arkadaşının Fransa’da politika bilimi okumuş ve bir kitabevinde çalışan, kendi yazdığı kitapları da olan Nazım isimli bir yeğeni vardı. Bu sıkıntılı günlerde Nazım bana tercüme edilmek üzere İngilizce ansiklopedi fasikülleri yollardı. Ben de gece geç saatlere kadar tercüme yapardım. Ödemeler gecikmeli olarak yapılsa da vaat edilen rakamı alıyordum. Bu da aile bütçesine katkıda bulunuyordu.

Sonuçta ilk işimde yaşadığım bezdirme girişimleri beni düşük bir maaşla şirkette körelme noktasına getirmişti. Üç yıl geçirdiğim ama iş yaşamımda önümün kapalı olduğu ENKA’dan ilk fırsatta ayrıldım. ENKA çok başarılı bir şirketti ama benim önüm kapalıydı. Fırsat ise ABD’de okuduğum üniversitede tanıştığım bir Türk profesör vasıtasıyla geldi. Ailece tanıştığımız ve adını da oğlumuza vermiş olduğumuz  Prof. Dr. Olgun Erşenkal, Dünya Bankası’nın finanse ettiği bir proje için üç yıllığına Türkiye’ye gelmişti. Kendisi projenin direktörlüğünü yapacaktı. Ekibini oluştururken bana da direktör yardımcılığı pozisyonlarından birini önerdi. ENKA’dan aldığım maaşın iki katını alacaktım. Bana bir Doğan araba tahsis edilecek, ayrıca Adana’ya taşınacağımızdan orada yerleşeceğimiz bahçeli evin kirası karşılanacaktı. Yeni işteki pozisyonumu ve sağlanan mali şartları Fikret Hoca’ya anlattım ve kendisinden izin isteyerek ENKA’dan ayrıldım.

9 Şubat 2025

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu