Hasan Hastürer

“Bayram gelmiş neyime…”, demiyorum…

 1963 Aralık olayları sonrası K. Kaymaklı’dan göç ettikten sonra Ortaköy’de yaşıyorduk.

   Gerçekten dün gibi anımsıyorum.

   Tarih, 20 Temmuz 1969. Akşam saatleriydi. Herkes gibi biz de Amerikan uzay aracıyla Ay’a ulaşma serüveninin nasıl sonuçlanacağını merak ediyorduk.

   O akşam Ortaköy’de Halk Fırını’nın karşısındaki alanda, şimdi elektrikli ev eşyalarının satılan işyerinin oldu yerde, Asaf Dayı’nın kahvehanesinde ekran karşısında izleyenler arasındaydım.

   Hayal sınırlarımızın ötesinde bir tarihi olay gerçekleşiyordu. Astronot ağır hareketlerle uzay aracından aşağıya inip Ay’ın yüzeyine ayak basarken, “Benim için küçük ancak insanlık için çok büyük bir adım” demişti.

O günlerde renkli televizyon yoktu. Siyah beyaz ekrandan yansıyan görüntüleri izlerken herkes gibi benim de aklımdan “Gerçekten Ay’a ayak bastılar mı? Yoksa ABD, Sovyetler Birliği rekabetinde prestij elde etmek için ince bir teknoloji “yalanı mı” vardı?

***

Kuşkunun temelinde bilgi yetersizliği vardır.

   Bizim de o günkü bilgi düzeyimiz kuşkuyu besliyordu. Dahası çok zor koşullarda, yokluk içinde yaşarken çağdaş dünyadan o denli uzaktık ki insanın Ay’a ulaşıp ayak basacağını hayal etmek bize çok uzaktı.

Ama, tüm dünya gibi bu büyük olayı heyecanla paylaştık.

***

1969’un üzerinden iki ya da üç yıl geçmişti.

Öğretmen Koleji’nde öğrenciydik. Müdürümüz ise Reşat Süleyman Ebeoğlu.

   Rahmetli Ebeoğlu, çağdaş uygarlığa, Batı’ya hayrandı.

   Bize fen dersi de verirdi. Hafta başı ve hafta sonları bayrak törenlerinde konuşma da yapardı.

   Milliyetçilik çok değerli olduğu o günlerde bile Reşat Süleyman Ebeoğlu, “vatan – millet – Sakarya” nutukları atmazdı. Çağdaşlıktan, modern dünyadan, bilimselliğin en doğru rehber olduğunu söylerdi.

Viyana’dan bahsederken kendinden geçer Viyana’ya giderdi sanki.

***

Bir gün Reşat Hoca, “Sıraya girin gidiyoruz” dedi.

   İlkokul öğrencileri gibi bizi sıraya koydu, şimdiki Lefkoşa Türk Lisesi’ne doğru yola çıktık. O yıllarda bina Lefkoşa Türk Kız Lisesi’ydi.

   Girişte oto parkın kuzeyindeki camlı salona girdiğimizde, salonun ortasında küçük bir camlı dolabın olduğunu gördük.

Herkes etrafında toplanmış içindeki taşa bakıyordu. Sıra bize de geldi. Reşat Hocamızla birlikte taşa bakıyorduk. Siyahla gri arasında koyu rengi olan, yüzeyi düzgün olmayan avuç içi kadar bu taş Ay’dan getirilmişti.

   Ülke ülke dolaştırılan taş, ABD’nin şahsından insanlığın uzayın bilinmezliğinde ulaştığı bir büyük başarının sembolüydü.

   O taşa bakarken, insan zekasının neler yaratmaya nerelere ulaşmaya muktedir olduğunu düşünmüştüm.

    … Ve kendi toplumsal düzeyimi de düşünmüştük tabii. Atalarımızın ünlü sözü “ELLER AYA, BİZ YAYA” sözü de aklımdan geçmişti…

***

Bugün  Ramazan Bayramı’nın ikinci günü… Güncel sorunlardan uzak bir konuyla, o yılları yaşayanların duygularına biraz da nostaljiyle dokunmak istedim…

“Bayram gelmiş neyime…” demiyorum.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu