Erhürman: “Çözümün yolu diyalog, diplomasi ve müzakeredir”
Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman, bugün New York’ta gerçekleştirilen Sosyalist Enternasyonal toplantısında “Diyalog ve Diplomasiye Yatırım” başlıklı oturumda konuşma yaptı. Konuşmada, Kıbrıs’ta bir an önce çözüme ihtiyaç duyulduğunun altını çizen Erhürman, “Bunun yolu elbette diyalog, diplomasi ve müzakeredir. Ama unutulmamalıdır ki Kıbrıs’ta müzakere masalarında yeterince zaman geçirilmiştir. Onun için diyaloğun ve diplomasinin amacı sadece yeni bir müzakere sürecini başlatmak değil, bu kez mutlaka sonuç üretecek bir müzakere sürecini başlatmak olmalıdır” dedi. “Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs’ta çözüm bölgede barışın ve işbirliğinin anahtarıdır” ifadelerini kullanan Erhürman, yeni bir hayal kırıklığına kimsenin tahammülünün olmadığına vurgu yaptı.
CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman’ın Sosyalist Enternasyonal toplantısında yaptığı konuşmanın tam metni şu şekilde:
Sayın Başkan, değerli delegeler,
Nazik davetiniz ve bu oturuma hitap etme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) 1970 yılında kurulan, Kıbrıs Türk Toplumunun en köklü siyasi partisidir. CTP, kuruluşundan bu yana Kıbrıs’ta ve dünyada Barış, Demokrasi ve Adalet’e olan sarsılmaz bağlılığıyla bilinmektedir. Kıbrıs’ın geleceğine dair vizyonumuz ve siyasi duruşumuz bu temel ilkeler üzerine bina edilmiştir. Kıbrıs’ta çözümün formülü siyasi eşitliğe dayalı iki bölgeli ve iki toplumlu federasyondur.
Yıllar süren müzakerelerin ardından, Kasım 2002’de dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs Sorununun Kapsamlı Çözümü için bir Plan sundu. Plan, Temmuz 2004’te Avrupa Birliği üyeliği öncesinde, ilgili tüm Güvenlik Konseyi kararları ve parametreleri doğrultusunda müzakere edilerek varılacak olan bir siyasi anlaşmaya ulaşılmasını amaçlıyordu. Kıbrıslı Türklerin %65 oranında güçlü bir çoğunluğu tarafından onaylanmasına rağmen, “Annan Planı” Kıbrıslı Rumların %75’i tarafından reddedilmesi nedeniyle yürürlüğe giremedi.
Daha sonra Kıbrıs, bölünmüş bir ülke olarak AB’ye üye oldu.
Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği, kapsamlı çözüme dair bağlılıklarını ve somut yapıcı tutumlarını ortaya koydukları Haziran 2017 tarihli çok taraflı Crans-Montana konferansına kadar siyasi eşitliğe dayalı federal çözüme bağlı kaldı. Bu gerçeğe Konferansta bulunan tüm uluslararası aktörler de tanık oldu.
Bu iki önemli fırsatın talihsiz bir şekilde başarısızlığa uğramasından bu yana, Kıbrıs barış tesisi süreci tarihinin en zor çıkmazında kalmaya devam ediyor. Ukrayna ve Gazze’de devam eden trajik olaylar, statükonun asla durağan olmadığını ve “dondurulmuş çatışma” diye bir şeyin olmadığını bir kez daha hatırlatıyor.
Kıbrıs özelinde devam eden statüko haliyle çıkmazı derinleştirmekte, iki toplumu bir birinden daha da uzaklaştırmakta ve yeşil hattın her iki tarafında ayrılıkçı politikaları güçlendirmektedir.
Dışta, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgeleri oldukça dinamik ve değişken bir jeopolitik durumla karşı karşıyadır. Gazze’de binlerce masum insanın yaralanmasına ve öldürülmesine, temel hakların ihlaline ve insanlığın vicdanının yaralanmasına tanık olmaktayız. Uluslararası hukuk normlarına aykırı birçok unsurun bulunduğu Gazze’de sivil nüfusu hedef alan saldırıların gerçekleştirildiği, temel gereksinimlere erişimin engellendiği, okulların, ibadet yerlerinin ve hastanelerin hedef alındığı ve sistematik bir yıkım kampanyasının yürütüldüğü görülmektedir.
Maalesef uluslararası toplum yapabileceklerini ve yapması gerekenleri yapmış değildir. Altını çizerek söylemek istiyorum ki Sosyalist Enternasyonal’ın bir üyesi olarak CTP, acil ateşkes ve barış çağrısı yapılmasını ortak görevimiz olarak görmektedir. Dahası, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ve Çocuk Hakları Sözleşmesini bu metinlerin yazarlarına ve onaylayıcılarına rağmen hatta gerekirse onlara karşı savunmak Sosyalist Enternasyonal olarak sorumluluğumuzdur.
Sayın Başkan, değerli yoldaşlar,
Kıbrıs’ta BM Genel Sekreteri, bu yılın başında yeni bir insiyatif alarak, resmi müzakerelerin yeniden başlaması için gerekli olan eşzamanlı siyasi iradeyi oluşturmayı hedeflemiştir.
BM Genel Sekreteri, yeni yaklaşımın geçmiştekilerden farklı olarak sonuç odaklı, takvimli ve aşamalı olması gerektiği defalarca belirtmiştir. Bu nedenle, acilen ihtiyaç duyulan bir siyasi anlaşmaya varılabilmesi için, bu yaklaşım aşağıdaki yöntemleri içermeli ve korumalıdır:
1) Dönüşümlü başkanlığı ve tüm federal organlarda alınacak kararlarda en az bir olumlu oy ilkesini içerecek biçimde siyasi eşitlik üzerinde müzakereler başlamadan önce anlaşılmalı, siyasi eşitlik pazarlık ya da al-ver konusu yapılmamalıdır.
2) 2017 Crans-Montana konferansına kadar gerçekleşen resmi müzakerelerde varılan tüm mutabakatlara bağlı kalınmalıdır.
3) Aciliyet duygusu içinde belirlenecek bir takvime bağlı ve sonuç odaklı bir metodolojinin uygulanması şarttır.
4) Kıbrıs Türk tarafının yapıcı yaklaşımına rağmen yine bir başarısızlık olasılığı karşısında, statükonunun devam etmesinin önlenmesi için gerekli olan güvencenin resmi müzakere süreci öncesinde sağlanması gerekmektedir.
Diyalog ve resmi müzakereler BM himayesinde devam etmeli ve BM Genel Sekreteri sonuca ulaşmak için süreci bizzat yönetmelidir. Yeni yaklaşım, tarafların acil beklentilerini karşılayacak ve endişelerini hafifletecek olan Güven Artırıcı Önlemlerin ( GAÖ ) geliştirilmesine ve uygulanmasına önem vermelidir. GAÖ’ler statükoyu aşındıracak, federal bir ortaklığın potansiyel kazanımlarını yaşatacak ve tüm taraflar arasında gerekli olan güveni artıracaktır.
Doğu Akdeniz’de bir ağda birleştirilecek olan gazın Avrupa pazarlarına siyasi, teknik, ekonomik ve ticari akla en uygun şekilde ihraç edilmesi, Kıbrıs ile Türkiye arasındaki bir denizaltı bağlantısı ile mümkün olabilecektir.
Aynı şekilde, AB destekli elektrik enterkonnekte bağlantısı projeleri, Kıbrıs ve Türkiye arasında gerçekleştirilirse her açıdan daha risksiz ve fizibıl olacağı kesindir.
Bu iddialar bugüne kadar yürütülen tüm bağımsız analitik çalışmalarla doğrulanmıştır.
Kıbrıs, bir bütün olarak, yenilenebilir enerji kaynaklarına dönüşümün hızlandırılmasından büyük ölçüde yararlanacak ve bu da Ada genelinde sıfır emisyonlu bir ortama azami düzeyde yaklaşılmasına imkan yaratacaktır.
Her şeyden önce, herkes Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumlarla birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki eşit kurucu ortağından biri olduğunu anlamalıdır. Bu, 1960 Anayasasının ve Birleşmiş Milletlerin Kıbrıs ile ilgili muktesebatının lafzı ve ruhudur. Dolayısıyla, Kıbrıs Rum yönetiminin bu konularda Kıbrıslı Türkler adada hiç yokmuş gibi yalnızca kendi iradesiyle karar alması hukuken mümkün değildir. Ama elbette Doğu Akdeniz’deki bu projelerle ilgili sorun sadece hukuki değildir. Meselenin siyasi, ekonomik ve güvenlik boyutları da vardır. Açıkça söylemem gerekir ki, Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların bu konularda ortak karar alması yalnızca hukukun bir gereği değil, aynı zamanda federal ortaklık ruhunun olmazsa olmazıdır. Buna ek olarak, Türkiye’nin bu projelerin tasarlanmasına ve uygulanmasına dahil edilmesi projelerin ekonomik, güvenlik ve çevresel yaşayabilirliği açısından gereklidir.
Kıbrıs ve Türkiye arasında bu iki projenin uygulanmasını kolaylaştıracak Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum Toplumları arasında varılacak geçici bir anlaşma temelinde geliştirilecek bir Güven Artırıcı Önlemin, siyasi sorunun kapsamlı çözümü üzerinde büyük bir etki yaratacağına dair inancımı belirtmek istiyorum.
Sonuç olarak, Sosyalist Enternasyonal’in tüm üyelerini, Kıbrıs’ta yoğunlaştırılmış ve sonuç odaklı bir yeni sürecin kurgulanması ve yürütülmesi noktasında BM Genel Sekreterine ve tüm uluslararası aktörlere destek ve cesaret vermeye çağırıyorum.
Resmi müzakerelerin bir kapsamlı siyasi anlaşmayla sonuçlanabilmesi ve statükonun sonlandırılması için şart olan eşzamanlı siyasi iradeyi oluşturacak önlemlerin alınacağına dair inancımı yinelemek istiyorum. Yerel ve uluslararası aktörlerin yanı sıra, iki eşit kurucu ortak arasında daha yakın ve daha geniş kapsamlı bir işbirliği, kuzeyin statüsüyle ve “tanınması”yla ilgili “endişeler”den arındırılmalıdır. Genel Sekreter’in yakın tarihli bir raporunda belirttiği gibi, “Tanınma konusundaki endişeler, işbirliğinin artırılmasının önünde bir engel oluşturmamalıdır”.
Kıbrıs’ta bir an önce çözüme ihtiyaç vardır ve bunun yolu elbette diyalog, diplomasi ve müzakeredir. Ama unutulmamalıdır ki Kıbrıs’ta müzakere masalarında yeterince zaman geçirilmiştir. Onun için diyaloğun ve diplomasinin amacı sadece yeni bir müzakere sürecini başlatmak değil, bu kez mutlaka sonuç üretecek bir müzakere sürecini başlatmak olmalıdır. Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs’ta çözüm bölgede barışın ve işbirliğinin anahtarıdır. Ve yine unutulmamalıdır ki yeni bir hayal kırıklığına kimsenin tahammülü yoktur.
İlginiz için teşekkür ederiz…”