Kıbrıs

Hastürer sordu, Stefanu yanıtladı… “Çözüm, Türkiye’nin de yararına olacak.”

AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanu, Hasan Hastürer’in sorularını yanıtlayıp, dünden bugüne politikalarını anlattı. Stefanu, ‘AKEL’in 1964-1968 arasındaki dört yılda Enosis politikasına verdiği desteğin bir çelişki olduğu gerçeği elbette gözden kaçmıyor. Bu yanlış bir tutumdu ve nitekim bu tutum hakkında AKEL daha sonra özeleştirisini de yaptı’ dedi

Güney Kıbrıs’ın yaşayan en eski partisi AKEL’in Genel Sekreteri Stefanos Stefano, KIBRIS Gazetesinden Hasan Hastürer’in sorularını yanıtladı.Stefano, soruları yanıtlarken, ‘Bugün mesele, Kıbrıs sorununa çözüm bulunarak Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin barış içerisinde bir arada yaşamı ve ortak geleceği için, barış ve yeniden birleşme için yeni neslin ortak mücadeleyi güçlendirmesidir’ dedi.

AKEL Genel Sekreteri bir soruyu yanıtlarken, AKEL ve CTP’nin müzakere masasında buluşma olasılığını şöyle değerlendirdi: ‘ AKEL ile CTP yeniden müzakere masasında buluşsalar, çıkmazı aşmayı ve müzakerelere kalınan yerden devam etmeyi sağlarlardı; siyasi eşitlikle, dönüşümlü başkanlıkla ve Bakanlar Kurulu’nda tüm kararların alınmasında Kıbrıslı Türklerin en az bir olumlu oyunun olmasıyla ilgili yakınlaşmalar da dahil olmak üzere, tüm yakınlaşmaları koruyarak Guterres Çerçevesi temelinde müzakerelere devam etmeyi başarırlardı.’

Soru ve yanıtlar…

 

H.Hastürer: Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların geçmişinde yeterince ortak mücadele olmayışını neye bağlıyorsunuz?

S.Stefanu : Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler geçtiğimiz yüzyılda kendi sınıflarının haklarını, emekçiler olarak haklarını ve onurlarını talep ederek büyük ortak mücadeleler verdiler. Demiryolu işçileri, inşaatçılar, madenciler, asbest madencileri, liman işçileri, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler emekçilerin hakları için, Sosyal Sigortalarla ilgili yasal çerçevenin oluşturulması için, sekiz saatlik mesai için, sendika eczanelerinin kurulması için ve bugün kesin hak olarak gördüğümüz ve yararlandığımız daha birçok kazanım için birlikte çok çetin mücadeleler verdiler.

 

Ancak asıl önemli olan, Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin günlük yaşamlarında, aynı işlerde, aynı mahallelerde birlikte yaşamalarıydı. Birbirlerine destek olmalarıydı ve ihtiyaç olduğunda birbirleriyle dayanışma içerisinde olmalarıydı. Örneğin 1941’deki büyük depremde Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler depremzedelere yardım etmek için birlikte çalıştılar.

 

Eski kuşaklar bu koşullarda yaşadılar ve ortak mücadelelerle, ortak vizyonlarla, ortak beklentilerle ortak yaşamın nasıl olduğunu hâlâ hatırlıyorlar. Tüm bunların daha sonrasında, önce 1963-64’teki toplumlararası çatışmalarla ve ardından da 1974 trajedisiyle yaşanan gelişmelerle şiddetle kesintiye uğradığı bir gerçektir.

 

Bugün mesele, Kıbrıs sorununa çözüm bulunarak Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin barış içerisinde bir arada yaşamı ve ortak geleceği için, barış ve yeniden birleşme için yeni neslin ortak mücadeleyi güçlendirmesidir.

H.Hastürer: 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti hem Kıbrıslı Rumlar hem Kıbrıslı Türkler tarafından yeterince sahiplenilmedi. Belki de bu nedenle Anayasal kimliğiyle sadece 3 yıl yaşayabildi. Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs’ta bir cumhuriyete, ortak bir devlete sahip olmaya hazır değil miydi?

 

S.Stefanu : Zürih-Londra Anlaşmaları ve bağımsızlıkla ilgili gelişme iki toplum için de adeta şok etkisi yarattı; zira Kıbrıs Rum toplumunda Yunanistan ile Enosis anlatısı, Kıbrıslı Türk toplumunda ise TAKSİM anlatısı hakimdi. Bağımsızlıkla bu hâkim anlatılar geçersiz hale geliyordu. Maalesef her iki toplumda da hâkim elitler bağımsız devleti desteklemediler ve bunu bir tarafta ENOSİS ve diğer tarafta Taksim için maksimalist hedeflerini gerçekleştirme yönünde bir basamak olarak gördüler. Ona karşı savaşmaya ve pek çok şekilde onu baltalamaya başladılar; bu da ilk toprak ve nüfus bölünmesine damgasını vuran 1963-64 çatışmalarına yol açtı. Daha sonra sağ kesimlerden gelen hâkim elitlerin önderliği altında iki toplum kendi iki toplumlu ortak devletini birlikte yönetme kültürünü inşa etmek yerine, etnik merkezci faaliyetlerini sürdürdü. Bu anlamda, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumları ortak devlet çerçevesinde bir arada yaşamaya sadece hazırlanmamakla kalmadı, aynı zamanda milliyetçi söylemlere ve duygulara odaklandılar. Elbette istisnalar da vardı, esas olarak Sol kesimler ve Sağ’dan ilerici politikacılar her iki toplumda da milliyetçilerin öfkesi ve saldırılarıyla karşı karşıya kaldılar.

H.Hastürer: Geriye takılı kalmak istemiyorum ama şunu da sormak isterim. Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasına baktığımız zaman toplumların bölünmesini kalıcılaştıran bir anayasa ile yüzleşiyoruz. Bu anayasa kimin ya da kimlerin eseriydi?

 

S.Stefanu : Anayasa, bilinen “böl ve yönet” politikasını sürdüren İngilizler tarafından dayatıldı. Anlaşmaların imzalanmasında İngiltere’yle birlikte Yunanistan ve Türkiye başrolde yer aldı. Kıbrıs halkından, Kıbrıslı Rumlardan ve Kıbrıslı Türklerden de bunu imzalamaları istendi, hatta şantaj ve tehditlerle… Anlaşmalarda Kıbrıs halkının çıkarlarına hizmet etmeye yönelik bir çaba ortaya koyulmadı, bilakis Soğuk Savaş ortamında NATO’nun çıkarlarını gözetmek hedeflendi. İngilizlerin ve NATO’nun derdi Kıbrıs devletinin Batı’nın nüfuzunda kalması ve içerde ise AKEL’in hâkim olmamasıydı ve bu konuda Karamanlis ile Menderes’in gizlice anlaştıkları da söyleniyor.

Kıbrıs Anayasası gerçekten de eşi benzeri görülmemiş uluslararası yükümlülüklerin yanı sıra birçok bölücü unsuru da içeriyor ve onun iki toplumlu karakterini bunların arasına dahil etmiyorum.

Eğer iki toplumlu devletin işleyebilmesi için iki toplumun liderlikleri tarafından gerekli siyasi irade gösterilseydi bu sorunlara karşı koyulabilirdi. Böyle bir irade yoktu çünkü bağımsızlık onların vizyonlarının ve hedeflerinin dışındaydı.

Devletin içinde de olan gizli güç odakları tarafından devletin baltalanmasıyla, iki toplumda da milliyetçilerin faaliyetleriyle, Anglo-Amerikan faktörünün dış müdahaleleriyle devletin altının oyulmasıyla 1963-64 çatışmalarına ve 1974’te Kıbrıs aleyhine işlenen çifte suça, Atina Cuntası ile EOKA B’nin darbesine ve Türkiye’nin istilasına gelindi.

H. Hastürer: 21 Aralık 1963 ve sonrasında Kıbrıslı Türkler, göç edip, mağdur olurken AKEL’in yaklaşımı neydi? Ya da neden farklı bir duruşu net bir şekilde ortaya koyamadı?

 

S.Stefanu : Yurdumuzda sorunlara ve kan dökülmesine neden olan milliyetçi politikalara AKEL daima cesur ve güçlü bir şekilde karşı çıktı. 1963-64’te yaratılan milliyetçi çılgınlığın yaşandığı dönemde de AKEL Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler arasındaki ilişkilerin yeniden onarılması, Kıbrıslı Türklerin devlet kurumlarına dönmesi ve hepimizin bağımsızlığı desteklemek ve güçlendirmek için çalışmamız gerektiğinin altını çizmişti.

AKEL aynı zamanda Kıbrıs Türk toplumunun korunması ve devlet tarafından elle tutulur bir biçimde desteklenmesi için de çalıştı.

AKEL’in 1964-1968 arasındaki dört yılda Enosis politikasına verdiği desteğin bir çelişki olduğu gerçeği elbette gözden kaçmıyor. Bu yanlış bir tutumdu ve nitekim bu tutum hakkında AKEL daha sonra özeleştirisini de yaptı.

H.Hastürer: 1968’den günümüze Kıbrıs sorununa çözüm bulma amaçlı görüşmeler, kesintiye uğrasa da devam ediyor. Bütün siyasi görüşler müzakere masasında etkili konumda oldu. Ancak çözüme ulaşılamadı. Neden?

 

S.Stefanu : Bu soruya sadece birkaç satırda cevap verilemez. Ama kısaca şunu söyleyebilirim: her dönemin uluslararası duruma, Kıbrıs’taki duruma, iki toplumdaki güç dengelerine ve toplumların liderliklerinde kimlerin olduğuna bakılarak değerlendirilmesi gerekiyor.

İki toplumun liderliklerinde Hristofyas ve Talat’ın birlikte bulundukları iki yılda özellikle Kıbrıslıların mülkiyetinde olan süreçte pek çok önemli yakınlaşmanın sağlandığı inkâr edilemeyecek bir gerçektir.

Diğer dönemlerde geçmişte Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik tarihi fırsatların kaçırıldığını da söylemek istiyorum. Ancak geçmişe takılıp kalmamalı, geleceğe bakmalıyız. Yıllar süren müzakereler sonucunda oluşturulan müzakere müktesebatına yatırım yapmamız gerekiyor, tabi ki Hristofyas ve Talat’ın ulaşılmasını başardıkları yakınlaşmaların temelinde, müzakerelere Crans Montana’da kalınan yerden devam edilmesi ve kapsamlı bir çözüme ulaşılması için.

H. Hastürer: Görüşme masasında bir kez daha AKEL ve CTP buluşsa ne olur?

 

S.Stefanu : Şundan eminim ki, içinde bulunduğumuz konjonktürde, AKEL ile CTP yeniden müzakere masasında buluşsalar, çıkmazı aşmayı ve müzakerelere kalınan yerden devam etmeyi sağlarlardı; siyasi eşitlikle, dönüşümlü başkanlıkla ve Bakanlar Kurulu’nda tüm kararların alınmasında Kıbrıslı Türklerin en az bir olumlu oyunun olmasıyla ilgili yakınlaşmalar da dahil olmak üzere, tüm yakınlaşmaları koruyarak Guterres Çerçevesi temelinde müzakerelere devam etmeyi başarırlardı. Böylece iki parti Crans Montana’da geriye kalan son mil de geçilerek stratejik bir anlaşmaya varılmasını başarırlardı.

H.Hastürer: Kıbrıs Cumhuriyeti yetkilileri hatta AB yetkilileri Kıbrıslı Türklerle temas kurarken, KKTC’nin statüsünün yükselmesi endişesi duyarlar. Bu durum Kıbrıslı Türklere karşı haksız bir tavır değil mi?

 

S.Stefanu : Kıbrıs Türk toplumunu, BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararları temelinde uluslararası alanda tanınmayan yasadışı oluşumdan ayırt etmemiz gerekiyor. Kıbrıs Türk toplumu elbette ki desteklenmeli ve Kıbrıs’ta 1974’ten itibaren var olan anormal durumun izin verdiği ölçüde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye katılımından yararlanmalıdır. Ancak aynı esnada adadaki bölünmenin, taksimin güçlenmesine yol açacağı için yasadışı oluşumun konumunu yükseltecek politikaları da kabul edemeyiz.

H. Hastürer: Bir taraftan Türkiye’ye ‘İşgalci’ derken Türkiye ile spordan, ekonomiye ve de siyasi buluşmaya kadar her türlü normal ilişki hedefi Rum siyaseti bakımından tutarsızlık sayılmaz mı?

S.Stefanu : Bunda herhangi bir tutarsızlık görmüyorum. Türkiye 1974’te Kıbrıs’a istilasını yaptı ve Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının büyük bir bölümünü yasadışı olarak elinde tutuyor. Silah zoruyla Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasında toprak ve nüfus ayrımını dayattı.  Türkiye’yi tanımayan Kıbrıs Cumhuriyeti değildir, bilakis tam tersi söz konusudur. Bu nedenle Kıbrıs sorununun çözümünde ısrar ediyoruz, çünkü çözümle işgal sona erecek, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler yeniden tesis edilecek ve iki ülkenin işbirliğine olanak tanınacaktır. Hiç kimse coğrafyayı değiştiremez. Ancak komşuluk koşulları değiştirilebilir.

H. Hastürer: BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Kişisel Temsilcisi Maria Angela Holguin Cuellar’ın görevlendirilmesini ve sonrasında yaptığı temasları nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

S.Stefanu : Sayın Maria Ángela Holguín Cuéllar’ın BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs sorununda kişisel temsilcisi olarak atanması olumlu bir gelişmedir. Elbette burada önemli olan, çıkmazın aşılıp, müzakerelere 2017’de kesintiye uğradığı yerden, Guterres çerçevesi temelinde ve uzun müzakereler sonucunda üzerinde anlaşmaya varılan tüm yakınlaşmalar korunarak, yeniden başlanmasının yolunun açılmasıdır. Ülkemizi ve halkımızı, Kıbrıslı Rumları ve Kıbrıslı Türkleri iki bölgeli iki toplumlu federasyon çerçevesinde siyasi eşitlikle yeniden birleştirecek, Kıbrıs sorununa ilkeli bir çözüm için en uygun yol budur.

 

H. Hastürer: Hristodulidis’in açıklamalarına baktığımız zaman müzakereleri araç değil amaç olarak görüyor. Hristodulidis’in Kıbrıs sorunuyla ilgili söylemlerini tutarlı buluyor musunuz? AKEL’in Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili görüşlerine ne kadar yakın?

 

S.Stefanu : Herkes beyan ve açıklamalarına bakılarak değil, yaptıklarına bakılarak değerlendirilir. Biz de böyle yapıyoruz. Sayın Hristodulidis’ten dile getirdiklerinde tutarlı olmasını, yani müzakerelere kalınan yerden Guterres çerçevesi ve varılan yakınlaşmalar temelinde devam edilmesini istiyoruz. Türkiye’nin müzakere masasına dönmesi için, Sayın Hristodulidis’ten bölgenin enerji konularını ve Kıbrıs’ın doğal gazını odağına alan pozitif bir gündem temelinde somut inisiyatifler üstlenmesini istiyoruz. Bu nedenle kendisine somut bir öneri sunduk.

H. Hastürer: Kıbrıs sorununda çözüm anahtarı kimin ya da kimlerin elinde?

 

S.Stefanu : Kıbrıs sorununun çözümü için belirleyici merkezin Ankara olduğu konusunda hiç şüphe yok. Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının önemli bir kısmını hukuka aykırı bir şekilde elinde tutan Türkiye’nin çözüm için belirleyici kararları alması gerekiyor. Elbette bu gerçek, çözüme ulaşma çabasında iki toplumun rolünü ortadan kaldırmıyor. Eğer iki toplum -ve her şeyden önce liderleri- çözüm yönünde baskı yaparlarsa, bu baskı Türkiye de dahil olmak üzere diğer başaktörlere de aktarılır. Eğer iki toplumun liderleri Kıbrıs sorununun iç yanına ilişkin konuların müzakeresinde ilerleyip anlaşırlarsa çözüm yönünde baskı çok daha büyük olur.

H. Hastürer: Kıbrıs sorununda, Kıbrıslı Türklere yaklaşımda AKEL’i, öteki Rum siyasi partilerinden ayıran görüş ve yaklaşımları nasıl özetlersiniz?

 

S.Stefanu : Pek çok şey söyleyebilirim, ama en temel iki hususa değinmekle sınırlı kalacağım: Birincisi, AKEL, iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümü için üzerinde mutabakata varılan zeminle ilgili olarak çok net ve tutarlı. Ayrıca Kıbrıs sorununda 2017’den bu yana yaşanmakta olan çıkmazdan nasıl çıkılabileceği konusunda da çok net ve tutarlı. İkincisi, AKEL her zaman kendisini sadece Kıbrıslı Rumların değil, aynı zamanda Kıbrıslı Türklerin de yerine koymaya çalışmaktadır. Kıbrıs Türk toplumunun da makul kaygılarının müzakere denklemine dahli edilmesi ve dikkate alınması önemlidir.

H. Hastürer: Kıbrıs sorununda, Türk tarafı denilince aklınıza kuzey Lefkoşa mı, Ankara mı gelir?

 

S.Stefanu : Ankara. “Kıbrıs, Kıbrıs halkına aittir”. Kıbrıslı Rumlara ve Kıbrıslı Türklere aittir. Bu, benim için bir hayat özdeyişi, bir yaşam mottosudur. Bana göre, Kıbrıs’ın bir köşesi bile Ankara’nın ya da başka bir devletin malı olarak görülemez.

H. Hastürer: Olası bir çözümde AKEL’in kırmızı çizgileri nelerdir?

 

S.Stefanu : Gerçek bir çıkış yolunu sunacak tek çözümün, Birleşmiş Milletler kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitliğin olacağı iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümü olduğuna inanıyoruz. Bu çözüm çerçevesinde tek egemenlik, tek uluslararası kimlik, tek vatandaşlık ve Kıbrıslıların tümünün insan hakları ve temel özgürlükleri güvence altına alınabilir.

H. Hastürer: Siyasi belleğinizde iz bırakan üç Kıbrıslı Türk, söyleyin desem kimleri söylersiniz? Neden?

 

S.Stefanu : Pek çok Kıbrıslı Türk’ü söyleyebilirim, çünkü Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin özgür ve barış içerisindeki ortak vatan vizyonu için mücadele etmiş olan ve hâlâ da mücadele eden pek çok kişi var. Benden üç isim söylememi istediğiniz için Derviş Ali Kavazoğlu, Ayhan Hikmet ve Ahmet Sadi’yi söyleyeceğim. Üçü de taksim planlarına karşı korkusuzca karşı çıkarak, halkımızın dostluğu ve işbirliği için tutkuyla mücadele ettikleri için TMT tarafından kurşunlandı. İkisi katledildi biri yaralandı.

H.Hastürer: Avrupa Parlamentosu seçimi ve Niyazi Kızılyürek’in AKEL’den yeniden aday olması… Bu konuda neler söylersiniz?

 

S.Stefanu : 2019’da AKEL’in aday listesine Kıbrıslı Türk yurttaşımızın dahil edilmesi bilinçli olarak karar verdiğimiz tarihi bir adımdı. Bu adım, Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin siyasi işbirliği yapamayacaklarını iddia edenlere verdiğimiz net ve sağlam bir siyasi yanıttır. Ayrıca bu, iki toplumun sadece ortak bir geçmişe sahip olması nedeniyle değil, aynı zamanda ortak geleceklerine dair ortak bir vizyona sahip olmaları nedeniyle de -Hristofyas ve Talat arasında üzerinde mutabakata varıldığı gibi- çapraz oyun olabileceğinin ve olması gerektiğinin de güçlü bir kanıtıdır. Niyazi Kızılyürek’in Avrupa Parlamentosu’ndaki mevcudiyetinin hem Kıbrıs Türk toplumu için hem de genel olarak Kıbrıs’ımız için faydalı olduğu kanıtlandı.

H. Hastürer: Ankara’ya, kuzey Lefkoşa’ya, Recep Tayyip Erdoğan’a ve Ersin Tatar’a mesajınız var mı?

 

S.Stefanu : Yarım asır sonra artık sayfayı çevirmenin zamanıdır. Ve sayfayı çevirebilmek için Kıbrıs sorununun çözülmesi gerekiyor. Çözüm, Türkiye de dahil olmak üzere herkesin yararına olacaktır. Kıbrıs, bölgede bir barış ve işbirliği köprüsü haline gelebilir; dilleri ve dinleri farklı ama tarihleri ve beklentilere ortak olan insanların özgür, federal, bağımsız, egemen ve askerden arındırılmış bir vatanda barış içinde yaşadığı, ortak geleceklerini barış ve güvenlik içerisinde birlikte inşa ettiği örnek bir devlet olabilir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu