Kendi kaynaklarımızı biz kurutuyoruz…

Bir benzetme yapacak olursak, sağlıklı işleyen ülke ekonomilerini, göle değil, akarsuya benzetebiliriz.
Gölün suyu durağandır, buharlaşma oranı yüksektir. Akarsu ise dinamiktir, daha çok kaynaktan beslenir ve sürekli bir akış vardır.
Ülke ekonomileri için de, bu durumun benzerlik göstermesi bir gerekliliktir.
Farklı dinamiklerin birleşimi ile büyük bir bütün oluşur.
Kaynakların her biri ayrı öneme haizdir.
Bir akarsuyun kaynağının çokluğu nasıl ki debisini yükseltiyorsa, kaynaklarının azalması da ters yönde etki yapar.
Ekonomide de bu prensip ayni çalışır. Sosyal adalet ve sosyal devlet anlayışı prensibiyle, ne kadar çok sağlıklı kaynak yaratılırsa, o oranda büyüme sağlanır.
Sızıntıların oranı akarsularda ne etki yaparsa, kaynak yönetimi ve denetimi de ekonomiler için ayni değerdedir.
Dünyada genelinde göç büyük sorunlar listesinde üst sıralarda. Yaklaşık 1,7 milyar insanın, doğduğu yerden ayrılıp, karnının doyacağını düşündüğü topraklara göç etmiş olduğu ve zaman içinde vatandaşlık hakkı kazandığı tahmin edilmekte.
Birleşmiş milletler verilerine göre ise 281 milyon insan, Uluslararası göçmen statüsünde. Bu sayıdaki artış, son yirmi yılda güçlü bir artış göstererek, 2000 yılında 173 milyon ve 2010 yılında 221 milyon iken, 2020’de menşe ülkeleri dışında yaşayan 281 milyon kişiye ulaştı. Bugün için uluslararası göçmenler, dünya nüfusunun, yaklaşık yüzde 3,6’sınıı temsil ediyor.
Ayni BM raporuna göre, uluslararası göçmenlerin üçte ikisi sadece 20 ülkeye yönelmiş. Amerika Birleşik Devletleri, göçmen toplamının yüzde 18’ine eşit olan 51 milyon uluslararası göçmene ev sahipliği yaparak, bu konuda listenin en başında dururken, Almanya, 16 milyon civarında dünya çapında en fazla göçmene ev sahipliği yapan ikinci ülke konumunda, Suudi Arabistan (13 milyon), Rusya Federasyonu (12 milyon) ve Birleşik Krallık (9 milyon) takip eden ülkeler konumunda.
Kendini bilen her insan, iyi hayat şartlarını arzular. Bunu bulamadığı zaman ise dünyanın farklı noktalarında, yeni ve daha iyi bir hayat arama macerasına girmesi de doğal.
Göçün ve yer değiştirmenin temelinde yatan ise anavatanın çaresizliğidir.
Kıbrıslı Türkler de bu manada, göçten özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda nasibini fazlası ile almıştır.
Birçok ailenin, İngiltere’den tutun Avustralya’ya kadar dünyanın binlerce km uzağında akrabaları mevcut.
Belki bugün için iletişim kanalları hala açık olsa da bir ya da iki jenerasyon sonra ayni akrabalık ilişkilerinin devam edeceğini beklemek sanırım fazla iyimserlik olur.
60’lı ve 70’li yılların üzerinden yarım asır geçti.
Kuzey Kıbrıs’ın bugünkü şartlarının, o dönemlerle kıyaslanamaz olduğu bir gerçek.
Ancak her dönemin şartlarının da kendi içinde değerlendirilmesi gerekliliği de ayrı bir gerçeklik.
O dönem savaşın yarattığı çaresizlik varken şimdi ise düzenin ve adaletsizliğin çaresizliği var.
Son yıllarda, farklı bir göç dalgasının içindeyiz.
O yıllarda işgücü göçü veriyorduk şimdi ise kalifiye beyin göçü veriyoruz.
Beyin göçünün sözlükteki tanımına batığımızda ; ‘yetiştirilmesi için büyük kaynak gerektiren veya yetiştiği halde ilgisizlik ve olanaksızlık nedeniyle bilim insanı, hekim, mühendis gibi vasıflı insan gücünün daha gelişmiş bir ülkeye göç etmesi. İyi eğitimli, üreten, düşünen, nitelikli çalışanların araştırma veya çalışma hedefiyle yurt dışına gitmesi durumudur.’
Birçok ailenin çeşitli fedakarlıklarla, imkanlarını zorlayarak çocuklarına iyi bir eğitim aldırmak için uğraştıklarına şahit oluyoruz.
Her uğraşın bir sebebi ve amacı vardır. Bizdeki ise biraz ters orantılı.
Düz mantıkla düşünülen; çocuğum iyi bir eğitim alsın, iyi bir mesleği olsun, kendine iyi bir gelir sağlasın, iyi bir hayatı olurken, ülkesine de faydası olsun şeklindedir.
Aslında ifade edilmese de gerçekte olan ise; bu düzen değişmez, ben çocuğuma aldırabileceğim en iyi eğitimi aldırayım, adil bir düzenin olduğu yerde kıymeti bilinir ve kendine yeter. Yanımızda olup mutsuz olacağına, uzağımızda da olsa mutlu olsun gerçekliği vardır.
Eğitimin eleştirilecek birçok yönü olduğu bu yazının konusu olmamakla beraber, akademik olarak yüksek kalitede üniversite öncesi eğitimi alan çocuklarımızın oranı, nüfusa oranla, hiç de az değil.
Bunun kanıtını, her yıl dünyanın seçkin üniversitelerinin, seçkin bölümlerine giren veya mezun olan gençlerimizden görüyoruz.
Elbette ki, bu gençler için global imkanların cazibesi daha fazladır.
Uzay mühendisliği okumuş bir gencin bu ülkede iş imkanı bulmasını beklemiyorum.
Ama bir taraftan üniversite cennetiyiz diye övünürken, seçkin üniversitelerden, master ve doktora seviyesinde akademik formasyona sahip bir akademisyene asgari ücretin biraz üstünde bir maaşla iş imkanı sunmanın, ne kadar ahlaklı ve adil olduğunun cevabını size bırakırım. Bu arada mahalleden alınmış akademik unvanları da ayrıca not edin. O konu ise, başlı başına bir yazı konusudur.
Kısaca bilgili ve donanımlı beyinlere siz gidin, bu topraklarda bu düzenle tutunamazsınız, bu düzen bilgi ve donanımın düzeni değildir. Adil bir düzen hiç değildir, diyoruz.
Bu gerçeklik bizi, ileriye değil geriye götürür.
Kimsenin küçük görmek gibi bir niyetim yok ancak cehaletin gaddarlığının, ancak bireylere kişisel fayda sağlayacağına inananlardanım.
Eğer toplumsal devamlılıktan bahsetmek ve beyin göçünün önüne geçmek istiyorsak, donanımlı yetişmiş insan kaynaklarının ekonomideki katkısını etkin ve adil kullanacak bir düzene geçişe ivedilikle öncelik verilmelidir.
Bizim yetişmiş insan kaynaklarımız başka ülkelere değil, kendi toplumuza değer katmalıdır.
Kendi akarsu kaynağımızı, başka nehirlere yönlendirmenin kime faydası dokunur.
KKTC ekonomisi büyük, sorunsuz ve refah bir ekonomik yapıya sahip değildir.
Buna rağmen, nüfusuna oranla, kayıt içi ve kayıt dışı, ciddi bir işgücü ithali söz konusudur.
En önemlisi ise kaynaklarının faydası giderek halkından uzaklaşıyor.