Afganistan ve Hint Yarımadasındaki Son Gelişmelerden Çıkarılacak Dersler

Bugünkü Afganistan ile Hint Yarımadası arasındaki ilişkilerin başlangıcı coğrafyanın bir gereği olarak antik çağlara kadar gider. Bu ilişkilerin, fetihler, ticaret, kültürel ilişkiler gibi pek çok boyutu olmuş. Afganistan, Hint Yarımadası’nın kuzeye ve batıya açılan kapısıdır ve tarih boyunca bu kapıdan pek çok işgal ordusu, tüccarlar ve dini akımlar geçmiş. Örneğin M.Ö. 330-323 arasında yaptığı seferde Büyük İskender bu kapıdan geçerek Hindistan’a ulaşmış. 7.-16. yüzyıllarda ise Afganistan Gazneliler’den başlayarak Hint Yarımadası’na İslamiyet’in girmesine neden olmuş. 16.-18. yüzyıllarda ise Babürler yine Afganistan üzerinden gelerek Hint Yarımadası’nda geniş topraklara yayılan bir imparatorluk kurmuş. Babürler bu imparatorluklarını İran Safevi Devleti’ne karşı korurken, dağlık Afganistan’ı hep kuzeybatıdaki bir kale olarak değerlendirmiş ve burada aldıkları tedbirlerle Safevileri Hindistan’a sokmamayı başarmışlar.
Tüm bunlar olurken 1498’de Hindistan’a ayak basan ilk Batılı güç, kaptan Vasco de Gama liderliğinde Portekiz olmuş. Vasco de Gama 1510’da bugünkü Goa Eyaleti’nde ilk Portekiz kolonisini kurmuş. Hint Okyanusu’nda da hakimiyet kuran Portekizliler kıyıdan içerilere nüfuz etmeyi denemekten çekinmişler. O nedenle de Afganlar ve Afganistan’dan gelen topluluklarla fazla bir etkileşimleri olmamış, genellikle kıyılarda ticaret yapmakla yetinmişler.
1600’de Hindistan’a gelen İngilizler ise çok daha agresif davranmışlar. 1757’de Babürleri yenerek ilk büyük toprak işgalini gerçekleştiren İngilizler, 19.yüzyılda ise kurdukları İngiliz Doğu Hindistan Şirketi ile tüm Hindistan’ı tamamen kontrolleri altına almışlar. Ciddi bir askeri gücü de olan bu şirket bugünkü Hindistan, Bangladeş, Pakistan, Myanmar, Maldivler ve Sri Lanka’yı hem yönetmiş hem de kaynaklarını sömürmüş. Başlangıçta tamamen tüccarlara ve yatırımcılarına ait olan bu şirket, 1857’de ortaya çıkan büyük bir ayaklanmayı bastırmakta zorlanınca, 1858’de Britanya Hükümeti tarafından devletleştirilmiş.
İngilizler Afganistan ve Bhutan’ı da tam kontrolleri altına almak istemişlerse de, buraların savaşçı halkları ve dağlık coğrafyaları nedeniyle başarılı olamamışlar. 1839-1842 arasında Afganistan’ı ele geçirmeye çalışan İngiltere ağır bir yenilgiye uğramış. 1878-1880 arasındaki ikinci bir savaşta nispeten başarı sağlasalar da kısmi bir nüfuz kazanımı ile yetinmek zorunda kalmışlar. 1893’te ise Britanya Hindistanı’nın Dışişleri Bakanı Sir Mortimer Durand, bugünkü Pakistan ile Afganistan arasında, kendi adıyla Durand Hattı olarak anılan bir sınır çizmiş. O dönemde kuzeyden güneye Hindistan’a inmeye çalışan Rus Çarlığı ile Britanya Hindistan’ı arasında kalan Afganistan ise tam bir tampon ülke olmuş. (Bu Rusya Britanya mücadelesine tarihte Büyük Oyun-Great Game deniyor) Ancak Ortadoğu ve Afrika’da olduğu gibi, demografik yapıyı hiç gözetmeyen İngilizler bu hattı çizerek bölgenin en kalabalık halkı Puştunlar’ı da yapay olarak ikiye bölmüşler. Britanya ile 1919’daki son savaştan sonra Afganistan tam bağımsız bir ülke olmuş ama, Puştun kabilelerinin büyük bölümü güneyde kaldığından, Afganistan Durand Hattı’nı bugüne kadar hiçbir şekilde resmi sınır olarak kabul etmemiş.
II.Dünya Savaşı sonrasında ise Britanya Güney Asya’dan tamamen çekilmeye karar verdi ve Hint Yarımadası’nı dini temeller üzerinden ikiye böldü. Müslümanların çoğunlukta olduğu Pakistan (bugünkü Pakistan ve Bangladeş) ile Hindu azınlığın çoğunlukta olduğu Hindistan. Bu bölünme Müslümanlar ve Hindular arasında büyük çapta şiddet olaylarına neden oldu. 15 milyon kişi Hindistan ve Pakistan arasında yer değiştirmek zorunda kalırken, bir milyon civarında insan da bu çatışmalarda öldü. Ayrıca bugün Hindistan ve Pakistan arasında en ciddi gerginliklerin olduğu Keşmir sorunu da ortaya çıkmış oldu. 1947-48’de iki ülkenin orduları bu bölge için savaşa tutuştu ve bugün Azad Keşmir olarak anılan nispeten küçük bir bölümü Pakistan’da kalırken çoğunluğu Müslüman olan ve gerginliklerin devam ettiği büyük bölümü Hindistan’da kaldı. Hala sık sık alevlenen bu gerginlik nedeniyle Pakistan ile Hindistan’ın arası bir türlü düzelmiyor.
Hindistan ekonomik ve askeri olarak Pakistan’dan çok daha güçlü bir ülke. Dolayısıyla Pakistan kendini sürekli tehdit altında hissediyor. Her ne kadar her iki ülkenin de nükleer silahlara sahip olması bir korku dengesi oluşturuyorsa da, Pakistan’ın endişelerini gidermiyor. O nedenle Pakistan, Çin-Hint rekabetinden yaralanarak Çin’in Güney Asya’da en büyük müttefiki olmuş durumda. Çin’den aldığı askeri ve ekonomik yardımlara rağmen Afganistan’ı, bir Hint saldırısı karşısında geri çekilebileceği ve lojistik destek alabileceği hinterland olarak görüyor. Yani, Afganistan’ın kendisi için iyi bir müttefik olması yaşamsal önem taşıyor.
Afganistan’da 1978’de komünist bir rejim başa geçti. Ancak yaptığı aşırı radikal reformlar ve İslam’a karşı sert tutumu toplumda büyük tepki çekti ve mücahit adı verilen isyancılar hükümeti devirme noktasına geldiler. Bunun üzerine Sovyetler Birliği 1979’da rejimi ayakta tutabilmek için Afganistan’a 100 binden fazla asker soktu. Sovyetler Birliği aynı zamanda Hindistan’ın yakın müttefiki olduğundan, bu durum Pakistan yönetiminde büyük bir panik yarattı. Ülke Hindistan ve dostları tarafından kuşatılıyordu. Bu nedenle Pakistan mücahitlere yoğun destek vermeye başladı.
Soğuk Savaş döneminde Afganistan’ın Sovyetler’in Vietnam’ı olması ABD ve Batı için son derece önemli olduğundan, Pakistan üzerinden mücahitlere askeri, mali ve istihbari destek sağladılar. ABD yeşil kuşak projesi kapsamında mücahitlere İslami cihat fikirlerini de aşıladı. Sonunda Sovyetler gerçekten bir Vietnam’a dönüşen Afganistan’da yenilgiye uğradı ve 1989’da çekilmek zorunda kaldılar. Ancak, ABD İslami cihat felsefesini Afganistan’a yerleştirdiğinden Taliban doğdu. Sovyetler’in çekilmesi sonrasında başlayan iç savaşı kazanan Taliban ülkeye hakim oldu. O yıllarda El Kaide de ülkeye yerleşti.
11 Eylül 2001’de El Kaide tarafından gerçekleştirilen İkiz Kuleler saldırıları sonrasında, bu kez ABD El Kaide ve Taliban’ı ortadan kaldırma düşüncesiyle Afganistan’ı işgal etti ve kendine bağlı bir hükümet kurulmasını sağladı. Bu dönemde Pakistan ABD’nin görünürde bölgedeki en önemli müttefiki oldu. Karadan lojistik destek yolları sağladı. Hava sahasını ABD uçaklarına açtı, hatta ülkede üsler kurmasına izin verdi. Ancak bir yandan bu desteği sağlarken istihbarat servisi (ISI) vasıtasıyla Taliban’la ilişkilerini devam ettirdi. Bazı Taliban unsurlarını korudu. Ülkesine giriş çıkış yapmalarına izin verdi. Savaşçıları ve yönetim kademesi için Pakistan’da güvenli bölgeler sağladı. Bunun nedeni, kendi topraklarında yaşayan Puştun nüfusunun tepkisinden çekinmesiydi. 2011’de El Kaide’nin lideri bin Laden’in Pakistan’ın askeri kenti Abbottabad’da Amerikan özel kuvvetleri tarafından bulunup öldürülmesi Pakistan’ın ikili oynadığı hissini ABD nezdinde iyice güçlendirdi. ABD tarafından kurulan Afgan yönetimi de hızla Hindistan’a yakınlaşmaya başladı. Pakistan’ın Afgan politikası yine tehlikeye girmişti.
Ancak ABD, 2020’de Trump tarafından imzalanan bir anlaşmayla Afganistan’dan kaçmak zorunda kaldı. ABD tıpkı Vietnam’da olduğu gibi tam bir kaos içerisinde ülkeden çekildi ve ülke tamamen Taliban’ın kontrolüne geçti.
Pakistan yönetimi bu durumdan son derece memnundu, zira Sovyet işgalinden beri açık ya da kapalı olarak destek verdiği Taliban artık iktidardaydı. Zor durumda kaldığı takdirde arkası sağlamdı. Ancak Taliban iktidara geldikten kısa bir süre sonra, kendisine on yıllarca destek sağlayan Pakistan’ın canını sıkmaya başladı.
Afganistan, Pakistan Talibanı olarak da adlandırılan ve Pakistan’daki Puştun kökenliler arasından doğan Tahrik-i Taliban Pakistan’ı (TTP) desteklemeye başladı. Bunun nedeni, Durand hattını tanımayan Afganistan’ın, Pakistan üzerinde baskı kurarak Puştunlar’a önce bazı ayrıcalıklar istemesi. Başarılı olursa daha sonra neler isteyeceğini şu aşamada belirtmiyor ama tahmin etmek de zor değil. Pakistan’da geçen yıl Puştunlar’ın yaşadığı bölgelerde 295 saldırı gerçekleşmiş. Tüm ülkedeki saldırı adedi ise 521. Bu saldırılarda ağırlıklı olarak güvenlik görevlisi olmak üzere 2000 civarında kişi ölmüş. Aralık 2024’te sınırda çıkan bir çatışmada da 16 Pakistan askeri hayatını kaybetmiş. Pakistan askeri otoritelerine göre halen sınır bandında on bin civarında TTP militanı bulunuyor. Bunlar saldırılar sonrası Afganistan’a kaçıyor. Ve Afganistan bunları misafir olarak tanımlıyor.
Pakistan, 16 askerin öldüğü saldırı sonucu Afganistan’a hava saldırısı düzenledi. Ayrıca ülkede yaşayan ve Afganistan’daki Amerikan işgali sonrası çıkan iç savaştan kaçmış olan 4 milyon civarındaki Afgan göçmenini sınır dışı etmeye başladı. 815 bini geri yollanmış bile. Afganistan’da yönetimde olan Taliban ise ilk kez Şii komşusu İran’la ilişkileri düzeltme çabasında. Ocak ayında İran Dışişleri bakanı sekiz yıl sonra Kabul’e bir ziyarette bulundu. Yine Ocak’ta Afgan Dışişleri Bakanı Hintli muhatabıyla Dubai’de bir araya geldi. Pakistan, canını çok sıkan ve ülkede güvenlik sorunları yaratan Afganistan ile ilişkilerini nasıl yoluna koyacak halen meçhul.
Tabii buradan Türkiye için de çıkarılacak bazı dersler var. Ankara yönetiminin İhvan sempatisi nedeniyle önce kapalı, şimdi açık olarak desteklediği Suriye’deki yeni yönetimin tutumunun nasıl gelişeceğini yakından izlemesi gerekiyor. Halen Kürtler, eski yönetim artıkları ve Dürzilerle başı dertte olan, İsrail tarafından kısmi işgale uğramış olan Suriye’de, yönetim duruma hakim olduğunda, Afgan Talibanı’nın Pakistan’a yaşattığı ‘Besle kargayı oysun gözünü’ politikası bizim de başımıza gelebilir. Kürtlerin ABD ve İsrail desteğiyle oluşturdukları de facto devletçiğe ek olarak, Arap milliyetçisi İslamcılarla Hatay sorunu da yeniden gündeme gelebilir. Nasıl Afganistan Durand Hattı’nı kabullenmiyorsa Suriye Arapları da Hatay’ın Türk toprağı kalmasını bir türlü kabullenemiyorlar. Birinci Dünya Savaşı’ndaki deneyimlerimiz, bize sırtımızdan hançerlenme ihtimalinin ciddi şekilde var olduğunu gösteriyor.