Emrullah’ın Hikayesi
Emrullah, Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yaşamış biri. İstanbullu olduğunu biliyoruz. Adına dedemin hatıralarını karıştırırken rastladım. Babamın anlattığına göre oldukça iri kıyım bir fiziği varmış.
Dedem Kuleli’de okurken 1915 Mayıs’ında alelacele mezun edilmiş ve topçu teğmeni olarak Çanakkale’ye yollanmış. O zaman henüz 17 yaşındaymış. Kendisine de Emrullah emir eri olarak verilmiş. Dedeme son derece bağlıymış Emrullah. Dedem topçu teğmeni olduğundan ve bir sahra topu bataryasını komuta ettiğinden cephenin en ön hattında değilmiş. Piyadelerin tuttuğu ilk hattın bir miktar gerisinde mevzilendirdiği toplarıyla onlara destek verirmiş.
Buna rağmen çatışmaların durgun olduğu bir dönemde birliği bir papazı cephe hattının hemen gerisinde esir almış ve adamı Emrullah’ın nezaretinde dedemin önüne getirmişler. Dedem çadırına getirilen papazın dinsel tavırlarına çok sinirlenmiş ve Emrullah’a ‘Götürün bu adamı karşımdan’ demiş. Emrullah biraz sonra papazın kellesi elinde geri gelmiş ve ‘Dediğinizi yaptık komutanım’ demiş. Dedem adeta delirmiş, Emrullah’a bağırmış çağırmış ama olan olmuş bir kere.
Bu emir subayı, daha sonra nasıl olduysa, Kurtuluş Savaşı esnasında da dedemin yanında bulunmuş. 1.65 boyundaki dedemin yanından bu dev adam savaş boyunca hiç ayrılmamış. Savaştan sonra İstanbul’a dönen Emrullah namuslu bir külhanbeyi olmuş. Günümüzde başbakanlar cumhurbaşkanları çıkaran İstanbul’un nezih bir semtinde kabadayılık yapmaya başlamış. Bir gün Karaköy’deki genelevlerden birinde hayatını kazanan bir kadına aşık olmuş ve sonunda onunla evlenmiş. Eşi nedeniyle de başı sürekli derde girmiş. Eşinin eski müşterileriyle kavgalar eder, bazen de bu kavgalar esnasında birilerini bıçaklarmış.
Dedem Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bir süre daha orduda kalmış. Yüzbaşılığa kadar terfi ettikten sonra hoşuna gitmeyen bazı olaylar nedeniyle ordudan ayrılmaya karar vermiş ve askerlikten istifa etmeden bir süre önce İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine yazılmış. O sıralar dedemin birliği Çatalca’daymış ve çadırlarda kalıyorlarmış. Oradan süt kamyonlarıyla sabah çok erken İstanbul’a gelir, fakülteye devam eder akşam geri dönermiş. Komutanları kendisine okuması için göz yumarlarmış. Dedem hukuk fakültesinde okurken, babam ve amcam ortaokuldaymış. Dedem mezun olduktan bir süre sonra babam da İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirip hukuk fakültesine girmiş ve sınıfta annemle tanışmış.
Mezun olduktan sonra da babası gibi serbest avukatlığa tercih etmiş ve dedemin yanında çalışmaya başlamış. O sıralar dedem özellikle boşanma davalarındaki başarılarıyla tanınmaya başlamışmış. Hatta Nazım Hikmet’in eşi Münevver Berk’ten boşanması davasında Münevver Hanım’ın avukatlığını yapmış.
Dedemin İstanbul Barosu’ndaki sicil kaydı 2000’lerin başındaydı. Kendisinden birkaç yıl sonra mezun olan babamın da sicili 2800’lü bir numaraydı. Divanyolu’nda caddeye bakan bir handa
yazıhaneleri vardı. 1960’lı yıllarda benimde sık sık gittiğim yazıhanenin bulunduğu han bugün hala yerinde.
Babamın yıllar sonra bana anlattığı ve bu sohbet esnasında orada olan dedemin de gülerek dinlediği hikayeye göre, babam çalışmaya başladıktan bir süre sonra, akşam saatlerinde bir müvekkilleri yazıhaneden ayrılmak için kapıyı açtığında merdiven sahanlığında dev gibi bir adam belirmiş. İçeri girmeyip merdiven sahanlığında hazırolda bekleyen bu kişi Emrullah’mış. Kapı açılıp da fark edilene kadar kıpırdamadan bekleyen Emrullah, dedemin onu görüp ‘Gel’ komutu vermesiyle boyu nedeniyle eğilerek kapıdan içeri girmiş, topuklarını vurarak selam vermiş ve tekrar hazırola geçmiş. Dedem kendisine ‘Anlat’ deyince başını öne eğerek süklüm püklüm bir kavgada birilerini kötü şekilde dövdüğünü ve karakolluk olduğunu anlatmış, poliste ve mahkemelerde kendisine yardım edilmesini eski komutanından rica etmiş. Dedem de hem Emrullah’ı sıkı bir azarlamış, hem de daha sonra başını beladan kurtarmış. Aslında babam daha avukat olarak işe başlamadan önce dedem tek başına çalışırken de bu olay birkaç kez daha tekrarlanmışmış. Babamın dedemle çalıştığı dönemde de benzer nedenlerle beş altı ayda bir Emrullah yazıhaneye gelmeye devam etmiş.
Dedem de kendisine son derece bağlı, gerekirse canını verecek olan, yaşamını son derece zor bir ortamda yoksulluk içerisinde geçirmeye çalışan bu dev adamdan mahkeme masraflarını bile istemezmiş. Sürekli olarak kendisine nasihat de eden dedem (dedem ben dahil herkese nasihat etmeyi çok severdi), çok sert birisi olmasına rağmen Emrullah’a hep yardımcı olmuş. Zaman zaman birkaç ay hapis de yatan Emrullah, sonunda hidayete ermiş olacak ki serseriliği bırakmış, adeta emekli bir külhanbeyi olmuş. Bulunduğu zor yaşam şartları nedeniyle de sağlığı bozulmuş ve bir süre sonra da vefat etmiş.
Emrullah hem verilen emri tam anlayamayacak kadar kavrama kapasitesi düşük bir insan, hem vahşi bir katil, hem aşkları var, hem de bağlı olduğu kişiler için canını verebilecek birisi. Ayrıca Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı gazisi. Yaşamı belli ki çok zor şartlarda geçmiş. Kendisiyle aynı ülkede, aynı kentte ama paralel dünyalarda yaşadığımız bir insan. Bugün de kimbilir Emrullah’a benzeyen kaç kişi bizimle yaşamı paylaşıyor da farkında değiliz.
Tanrı Emrullah’ın günahlarını affetsin, iyi yanlarını değerlendirsin. Huzur içerisinde yatsın.