Alper Eliçin

Ermenistan-Azerbaycan-Türkiye İlişkileri ve Erivan Treni Kaçıyor mu?

 

Ermeniler hakkında çok konuşuruz da Ermeniler’le ilgili bilgimiz konunun uzmanları dışında hemen hemen yok gibidir. Onların da önemli bir bölümü kendilerini belli düşünce kalıplarından pek kurtaramazlar. Benzer bir durum sanırım Ermenilerin önemli bir bölümü için de geçerlidir. Karşılıklı nefret duygusu aklı selimin hep önüne geçer. Ben bu yazımda Türk okuyucuya Ermeniler konusunda elden geldiğince tarafsız bilgiler vermeye çalışacağım. Yazının sonunda da biraz güncel olaylara değineceğim. Bir kusurum varsa baştan her iki toplumdan da özür dilerim.

Ermeni toplumunun tarihi M.Ö. 3000 yıllarında Kafkasya ve Anadolu’da yaşayan bazı halklara dayanıyor. M.Ö. 6. yüzyılda Urartu Krallığı’nın yıkılmasından sonra ise Urartuların önemli bir bölümü Ermeni kimliğini oluşturmaya başlamış. İlk Ermeni devleti ise M.Ö.190’da Kral Artaşeş tarafından kurulmuş. Kral III. Tridates döneminde (M.S. 301)  ise Hırıstiyanlığı kabul eden ilk devlet olmuşlar. Ermeniler, Doğu Anadolu, Güney Kafkasya ve İran’ın kuzeybatısında bölgenin daha da eski halklarından evrilmiş bir toplum. Anavatanlarının Van Gölü’nün çevresi olduğu düşünülüyor. Bu bölgenin en kadim halkı diyebiliriz.

Ermenilerle Türklerin tarihte ilk karşılaşması ise 7.-9. Yüzyıllarda, başkenti bugünkü Astrahan civarında bulunan ve yöneticileri Yahudiliği seçmiş olan Türk Hazar Kağanlığının Güney Kafkasya’ya sefer düzenlemesiyle olmuş. 1048’de Büyük Selçuklu Devleti’nin Doğu Roma İmparatorluğu ile yaptığı Pasinler Savaşı’nı kazanmasıyla, Roma egemenliği altında yaşayan Ermenilerle Türkler tekrar karşılaşmış. 1071 Malazgirt Savaşı sonrası Türkler hızla Anadolu’ya yerleşmeye başlayınca, Ermenilerle etkileşim artmış. Zaten bu savaş esnasında Doğu Roma ordusunda paralı asker olarak görev yapan 30 bin civarında Ermeni’nin taraf değiştirmesi de savaşın akışında önemli bir rol oynamış. 1080’de ise bugün Kars ilimiz sınırları içerisinde kalan Ermenilerin önemli şehirlerinden Ani, Türkler tarafından ele geçirilmiş ve burada bir Türk yönetimi kurulmuş.

Anadolu Selçukluları döneminde ise Van civarından gelen Ermenilerin kurduğu Kilikya Krallığı 177 yıl kadar hüküm sürmüş. Bu krallık bazen Memluklerle bazen de Selçuklularla ittifak ilişkisine girmiş. Haçlı seferleri zamanında ise onlara yakınlaşmışlar. Ermeniler yerleşik bir toplum olduklarından toprak sahibiymişler. Dolayısıyla amaçları hep mülklerini ve canlarını korumak olmuş. O nedenle de en az zarar göreceklerini düşündükleri çevre güçlerle ittifaka girmeye çalışmışlar.

İstanbul’un fethinden sonra kenti yeniden ihya etme çabasına giren II. Mehmet, şehre Anadolu’dan zanaatkarlar getirmiş. Bu zanaatkarların arasında Ermeniler de varmış. 1461’de Fatih Sultan Mehmet İstanbul’da Ermeni Patrikhanesi’ni kurarak onlara dini ve kültürel özerklik de tanımış. Ermeniler de bu alicenaplığı karşılıksız bırakmamış ve Osmanlı’ya çok bağlı bir toplum olmuşlar. Kültürüne, bilimine, siyasetine önemli katkılarda bulunmuşlar. O nedenle Osmanlılar’da Ermeniler Millet-i Sadıka olarak anılırlarmış.

Osmanlı-Ermeni ilişkileri 19. yüzyıl başlarına kadar bu şekilde devam etmiş. Ancak Fransız İhtilali’nin getirdiği yeni fikirler ve Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamaya başlaması, Ermeni toplumu arasında da milliyetçi akımların ortaya çıkmasına neden olmuş. Her ne kadar 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı ile Ermeniler de daha fazla haklara sahip olmuş olsalar da, bu durum Ermeni milliyetçilerinin Osmanlı otoritesini gittikçe daha fazla sorgulamalarını ve yeni taleplerle gelmelerini engelleyememiş.

1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) Osmanlıların ağır bir yenilgisiyle sonuçlanınca, Ruslar Ermeniler için özerklik istemişler. 1878 Berlin Antlaşması’ndan sonra da Rusya, Britanya ve Fransa, Ermenileri Osmanlı’ya karşı kışkırtmaya devam etmişler. Bu dönemde Ermeniler arasında bağımsızlık fikirleri güçlenmeye başlamış. 1887’de İsviçre’de Hınçak, 1890’da Tiflis’de Taşnak partileri kurulmuş ve Ermeni halkı silahlı isyana teşvik edilmiş. Osmanlı yönetimiyle ilk ciddi çatışmalar 1890’da Erzurum, 1894’te Sason’da olmuş. Hemen akabinde 1895-1896 Ermeni Ayaklanması gerçekleşmiş. 1895’te İstanbul’da Ermeniler Osmanlı Bankası’nı basmış ve kentte büyük çaplı çatışmalar yaşanmış. Bu çatışmalara Osmanlı’nın yaptığı müdahaleler sonucu binlerce kişi ölünce, Ermeni Sorunu iyice derinleşmiş.

Osmanlı’da gelişen bu tarihsel akışa paralel olarak, Kafkaslarda da Rusların işgal hareketi nedeniyle Ermeni toplumuyla ilgili bazı önemli gelişmeler olmuş. 19. yüzyıla kadar bugünkü Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan topraklarında yaşayan Doğu Ermenileri, Osmanlılar, Ruslar ve İran’daki Safevi devleti arasında sıkışmışlar. Bunların arasındaki savaşlarda da hayatta kalabilmek için zaman zaman taraf değiştirmek zorunda kalmışlar. Kendileri de Ruslar ve İranlılar tarafından birbirlerine ve Osmanlı’ya karşı tampon olarak kullanılmışlar.

1828’de Türkmençay Antlaşması ile İran Doğu Ermenistan’ı (bugünkü Ermenistan) Rusya’ya bırakmış. Bu dönemde Osmanlı ve İran topraklarından 130 bin Ermeni Rusya’nın teşvikiyle bugünkü Ermenistan, Nahçıvan ve Karabağ’a göç etmiş.

  1. yüzyıl sonlarında Ruslar, Balkanlar’da Bulgarlar gibi Slav ırklarını Osmanlı’ya karşı isyana teşvik ederken, Doğu Anadolu’da da Ermenileri aynı şekilde kullanmaya çalışmışlar. Bulgaristan’da başarıya ulaşan bağımsızlık mücadelesi, doğuda Hamidiye Alayları’nın baskısından da yılmış olan Ermeniler için bir ilham ve motivasyon kaynağı olmuş. Ancak Bulgaristan’ın bağımsızlığı Osmanlı’ya da iyi bir ders olmuş. O nedenle Ermeniler’in kalkışması karşısında devlet son derece sert tedbirler almış ve bu sertliğin dozu 1915 olaylarına kadar gitmiş.

Yukarıda değindiğim 1828 Arpaçay Antlaşması ise günümüzdeki Azerbaycan-Ermenistan sorununun kökenini oluşturuyor. Sorumlu yine Rusya. Rus Çarlığı ve ondan edindiği deneyimle Sovyetler Birliği, Kafkaslarda da hem toplumları birbirleriyle karşı karşıya getirmiş, hem de kendi çıkarları için bu toplumları göçlerle yerlerinden etmiş. Üstüne üstlük Sovyetler Birliği kendi iç sınırlarını oluştururken ileriye dönük pek çok sorun bırakmayı da ihmal etmemiş.

Rusların yönetim politikaları nedeniyle Türkler ile Ermeniler arsında 1905-1907 arasında Güney Kafkaslar’da çok şiddetli çatışmalar olmuş. Bakü, Gence, Karabağ ve Tiflis’te bu iki toplum birbirine girmiş; iki taraf da büyük kayıplar vermiş, köyler yakılmış ve zorunlu göçler gerçekleşmiş.

1918’de ise Ermeniler ve Bolşevikler Bakü’de 12,000’in üzerinde Azerbaycan Türk’ünü katletmişler. Bu katliamlar Eylül 1918’de Osmanlı ordusunun Bakü’ye girmesiyle sona ermiş. Ancak Osmanlı ordusu Mondros Mütarekesi ile Azerbaycan’ı Britanya’ya bırakmak zorunda kalmış. 1918-1920 arasında bağımsız Ermenistan kurulmuş. Bu dönemde Ermenistan ordusu Nahçıvan, Zengezur ve Karabağ’daki Türk köylerine saldırılar düzenlemiş. 1921’de Kızıl Ordu Azerbaycan ve Ermenistan’ı işgal edince Nahçıvan ve Karabağ Azerbaycan’a, Zengezur da Ermenistan’a bırakılmış. (Bu arada ilginç bir noktanın altını da çizeyim: 1921 Kars Antlaşması uyarınca Türkiye Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin Azerbaycan toprağı olarak kalmasının garantörüdür.)

Lenin/Stalin döneminde kadim Ermeni toprağı olan Karabağ, Azerbaycan’a bırakılmış ama, Karabağ Ermenileri’ne Azerbaycan içerisinde özerklik verilmiş. Buna karşılık Nahçıvan toprakları Azerbaycan’dan kopuk bırakılmış ve o da Azerbaycan’a bağlı özerk bir cumhuriyet olarak tanımlanmış. Halbuki o zaman bu konu Sovyetler içerisinde çok daha kolay bir şekilde halledilebilirdi. Özellikle Stalin zamanında…

Nitekim Sovyetler Birliği’nin dağılma döneminde, Güney Kafkaslar yeniden karıştı. Ermenistan aslen Ermeni nüfusun yaşadığı Karabağ’ın kendisine bağlanmasını istedi. Ermenicede Artsakh olarak bilinen Karabağ, 4.-18. yüzyıllar arasında Ermeni krallıklarının, prensliklerinin ve meliklerinin yönettiği bir bölge. Ayrıca Ermeni kültürü açısından da büyük önem taşımakta. Ermenistan Sovyetler’in dağılması sürecinde Azerbaycan’ın askeri açıdan zayıf olmasını da fırsat bilerek Karabağ’ı ve çevresindeki Azerbaycan Türkleri’ne ait toprakları güç kullanarak işgal etti. Başta Hocalı’da olmak üzere ciddi katliamlar yaptı. Ancak Haydar ve İlham Aliyev döneminde petrol ve doğalgaz kaynaklarını değerlendirerek ekonomisini güçlendiren Azerbaycan, ordusunu da hızla güçlendirdi. Türkiye ve İsrail’den sağladığı silahlar ve Türkiye’nin sağladığı askeri eğitimlerle Ermenistan’dan çok daha güçlü bir konuma geldi. İlham Aliyev’in diplomatik mahareti sayesinde de 2020’de 44 günlük bir savaş sonrası topraklarının büyük bölümünü kurtardı. Ermenilerin asırlardır yaşadığı ve bir Rus barış gücü tarafından korunan, artık tamamen Azerbaycan tarafından sarılmış olan Karabağ’ın son parçasını da Ukrayna savaşını fırsat bilerek ele geçirdi.

Ermenistan ilk cumhurbaşkanları Leon Ter-Petrosyan, Ermenistan diplomatik ve askeri açıdan güçlü konumdayken Karabağ sorununu görüşmeler yoluyla çözmeye çalışmış olsa da sertlik yanlılarından gördüğü tepki nedeniyle 1998’de istifa etmek zorunda kaldı. Yerine iktidara gelen ve liderlerinin kökeni ağırlıklı olarak Karabağlı olan aşırı milliyetçi yönetimse, 2018’de yolsuzluklar ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle başlayan gösteriler sonucu yıkıldı. Rusya’ya da yakın duran bu yönetimin yerine iktidara gelen Nikol Paşinyan ise ABD ve Fransa’ya meyil etmekteydi. İşte Putin’i kızdıran bu durumdan Aliyev faydalandı ve Rusların da göz yummasıyla, 2020’de Karabağ ve çevresindeki Ermeni kuvvetlerini mağlup etti. Ruslar bu savaş sonrası yapılan ateşkeste kendi durumlarını korumaya devam ettiler. Karabağ’da kalan Ermeniler’in yaşadığı bölge ve onları Ermenistan’a bağlayan Laçin koridorunun denetimi Ruslara bırakıldı. Ancak 19-20 Eylül 2023’te Azeri kuvvetleri, yerel Ermeni güçlerinden fazla bir direniş görmeden, tüm Karabağ’ı ele geçirdiler. Ruslar da başları Ukrayna’da sıkışmış olduğundan Haziran 2024’te toparlanıp gittiler.

2023 sonlarından beri Azerbaycan ve Ermenistan bir nihai barış antlaşması yapmaya çalışıyorlar. Paşinyan bu konuda çok istekli. Ancak bazı çözülmesi gereken sorunlar var.

2020’deki çatışmalar sonrasında Rusya gözetiminde imzalanan ateşkes antlaşmasında Ruslara üç önemli görev verilmişti. Bunlardan ilki, Karabağ enklavı içerisinde sıkışmış olan Ermeniler’in bir Rus barış gücü tarafından korunmasıydı. İkincisi, bu enklav ile Ermenistan arasında bağlantıyı sağlayacak olan Laçin koridorunun güvenliğinin Rus askerleri tarafından sağlanmasıydı. Ayrıca görüşmeler esnasında Azerbaycan ile Nahçıvan arasında da İran sınırındaki Ermenistan toprağı Zengezur üzerinden bir koridor açılması konuşuldu. Bu koridorun da kontrolü Ruslar’a bırakılacaktı. Bu da üçüncü görev oluyordu. Ancak Zengezur koridorunun statüsü, tam geçiş güzergahı belirlenmediği gibi anlaşmaya da Laçin koridoru gibi belirgin ifadelerle girmedi.

Günümüzde Zengezur koridoru konusu potansiyel bir barış antlaşması önünde en büyük engeli teşkil ediyor. Laçin koridoru, Karabağ’da artık Ermeni kalmadığından, tamamen gündemden kalkmış olduğu için, Ermenistan da Zengezur’da bir koridor açılması konusunda ayak sürüyor. Ancak Azerbaycan’ın bu iki bölgesi arasında alternatif rotalar üzerinden kara ve demiryolu ulaşımı ve enerji hatları için geçiş sağlamaya hazır. Bu geçişlerde kısıtlayıcı olmamayı da kabul ediyor. Azerbaycan ise kendi denetiminde olacak bir koridor talebinde ısrarcı.

Çözülmesi gereken bir diğer konu, sınır hattının kesin olarak çizilmesi. Sovyetler döneminden beri sarih olmayan bu sınırın bir an evvel kesinleştirilmesi gerekiyor. Yerel itirazların aşılıp bu sorunun çözülmesi aslında olası. Ancak anladığım kadarıyla, Azerbaycan Zengezur sorunu ile ilgili Ermenistan üzerinde baskı kurabilmek için sınır konusunda sert bir tutum izliyor.

Bir son önemli konu ise, 23 Ağustos 1990’da yayınlanan Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi. Bu bildirgede Ermeni soykırımının uluslararası tanınması için çaba gösterilmesi ifadesi var. Ek olarak Batı Ermenistan kavramı ile dolaylı olarak Türkiye’den toprak talebi yapılıyor. Bu Bildirge’ye 2005 Ermenistan anayasası da atıfta bulunuyor. Bunun da Ermenistan’ın Türkiye’den Batı Ermenistan kavramı ile toprak talep ettiği sonucu çıkarılıyor. Ancak anayasanın içeriğinde Türkiye’den bir toprak talebi yok. Şovenist Taşnak Partisi zaman zaman Nahçıvan ve Türkiye’nin Doğu vilayetlerinden Batı Ermenistan olarak bahsetse de aslında bu ciddiye alınacak bir konu değil. Sonuçta istemek başka, gelip almak başka bir konu. O nedenle bu konu karşılıklı biraz anlayışla kolaylıkla aşılabilir.

Savaşı kazanmış, Türkiye’nin sınırsız desteğini almış olan Azerbaycan’daki İlhan Aliyev yönetimi, askeri ve ekonomik olarak son derece zayıf durumda olan Ermenistan’ı bir mengeneye kıstırmış gibi zorlamaya devam ediyor. Bölgede Rusya’nın etkisinin azalmış olması, İran’ın iç ve dış sorunları, Fransa ve ABD’nin kendi iç sorunları, Filistin ve Ukrayna ile olan meşguliyetleri nedeniyle, Azerbaycan bu baskıyı şimdilik kurabiliyor. Ancak bu durumun sürekli devam etmesi olası değil.

Nikol Paşinyan ise içeride muhalefet tarafından sıkıştırılıyor. Kendisi imzaladığı ateşkes antlaşması nedeniyle içeride büyük oranda Karabağ kökenli olan sertlik yanlıları, dışarıda da ağırlıklı olarak Kanada, Lübnan, Fransa ve ABD’deki diaspora tarafından çok sert bir şekilde kritize ediliyor. Her an düşürülmesi veya suikasta maruz kalması olası. Ancak, o ısrarla barışı kovalamaya devam ediyor. O kadar ki, 24 Ocak 2025’de Zürih’te yaptığı bir konuşmada, Ermeni soykırımı konusunun yeni bir bakış açısıyla gözden geçirilmesini talep etti ve  Ermeni diasporasında büyük tepkilere yol açtı. Kendisine artık diasporada bir hain gözüyle bakılıyor.(1)

Paşinyan, Ermenistan’ın ekonomik olarak kurtuluşunu, Azerbaycan ve Türkiye ile iyi ilişkilerden geçtiğini bilen bir devlet adamı. O nedenle, geçmişin acıların üzerine bir sünger çekilmesini istiyor. Bunu, Batı Ermenilerinin tüm dünyada oluşturdukları diasporanın bireylerinin kimliklerini korumalarında çok önemli yeri olan soykırım iddiasını bile tartışmaya açarak yapmaya başladı. Bu durumda, artık Azerbaycan (ve Türkiye’nin) daha esnek davranması gerekiyor. Ermenistan’ı daha fazla sıkıştırmanın sağlayacağı marjinal kazanca karşılık, ciddi zararların oluşma riski artıyor. Rusya, Fransa ve ABD gibi emperyalist ülkelerin bu bölgeyi yeniden karıştırma ve bu üç ülkeyi yeniden geçmişin karanlık günlerinin hesaplaşmalarına sokarak geleceklerini ipotek altına almaya çalışmaları çok olası. Nitekim, Fransa Ermenistan’a Caesar howitzer bataryaları vererek ortalığı karıştırmaya başladı. ABD ise ortak askeri eğitim tatbikatlarının ilkini yaptı. Ukrayna savaşı sona erdikten sonra, Rusya’nın da bu bölgeye geri döneceğine kesin gözle bakabiliriz. Azerbaycan-Nahçıvan bağlantısına eskiden beri karşı olan İran’ın da ortalığı bulandırma olasılığı çok yüksek.

Tüm bu riskler nedeniyle Azerbaycan’ın “her istediğimi bana vereceksin” ısrarından vazgeçmesi, bu konuda Türkiye’nin Azerbaycan’ı motive etmesi artık çok önem kazandı. Azerbaycan’ın Zengezur koridoru konusundaki taviz vermeyen baskısının esnetilmesi, Almanya’nın bölünmüş olduğu dönemde Batı Almanya-Batı Berlin arasında ulaşımı sağlayan koridorlara benzer bir çözüm üzerinde hızlı sonuç alınması, tüm tarafların yararına olacaktır. Türkiye ve Azerbaycan, Ermenistan’ın bu aşamadan sonra daha fazla esneklik gösterecek bir kapasitesinin kalmadığını artık görmelidir. Azerbaycan-Nahçıvan arasında güvenli erişim sağlandığı taktirde, sınır sorunları ve anayasal konuların daha önemsizleşeceği unutulmamalı. Ayrıca Azerbaycan’dan, Ermenistan ve Nahçıvan üzerinden Türkiye’ye uzanacak, kara ve demiryolları, başta boru hatları olmak üzere enerji ve iletişim altyapısı,  her üç ülke için de büyük ekonomik faydalar sağlayacaktır. Türkiye’nin bölgede siyasi etkinliği artacak, Doğu Anadolu’da ekonomik olarak geri kalmış illerimize canlılık gelecek, uluslararası ilişkilerimizde bir nebze olsun rahatlama sağlanacaktır. Ayrıca dört bir tarafı ateş çemberiyle sarılmış olan Türkiye, sırtını dayayacak bir sınıra sahip olacaktır. Azerbaycan, yeraltı kaynaklarını Türkiye ve Avrupa’ya daha kolay pazarlayabilecek, Çin’den Avrupa’ya uzanan Orta Koridor’da etkinliği artacaktır. Ermenistan ise Türkiye ve Azerbaycan tarafından ekonomik ve askeri olarak kuşatılmışlıktan kurtulacak, ekonomisi bu işten en fazla yarar görecek ülke olacaktır. En önemlisi, her üç ülke de emperyalist ülkelerin baskısından kurtulacaktır.

Ancak, şimdi hızlı hareket etme zamanı. Emperyalizm gözünü yeniden Güney Kafkasya’ya çevirmeden ve halen açık olan fırsat penceresi kapanmadan hızla hareket etmek gerekiyor. Bu konuda da inisiyatif alma yükümlülüğü artık Azerbaycan’da. Erivan treni kaçmadan trene binme zamanı.

2 Mart 2025

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu