Fransız Emperyalizmi…
Bir devletin veya ulusun başka devlet veya uluslar üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunmaya çalışmasına emperyalizm adı veriliyor. Yayılmacı, yani emperyalist devlet, etkilediği toplumların kaynaklarından yararlanma, yani sömürme hakkını da kendinde buluyor.
Kelimenin kökeninde ‘imparatorluk’ sözcüğü olduğundan emperyalizmin tarihinin çok eskilere, yani ilk imparatorlukların kurulma sürecine, hatta belki daha da geriye gittiği düşünülebilir. Emperyalizmin tarihini üç döneme ayırmak mümkündür. Coğrafi keşiflerin başladığı 16. yüzyıla kadar dünyada hüküm sürenine ilk dönem, 19. Yüzyıla kadarki döneme ikinci dönem ve 1880’de başlayan döneme degenelde üçüncü dönem denir. Batılı ülkelere göre,emperyalizm II.Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda sona ermiştir. Cezayir’in 1962’de Fransa’dan bağımsızlığını kazanması bu bağlamda kritik bir tarih olarak düşünülebilir. Bir diğer önemli tarih ise Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991’dir. Bazı Marksist düşünürler kabul etmese de Sovyetler Birliği de emperyalist bir devletti.
II. Dünya Savaşı’ndan başlayarak klasik emperyalizminönemini kaybettiğini ve 1991’de sona erdiğini düşünsek de, yerine farklı bir sömürü düzeninin geldiğini inkar edemeyiz. Bunun adına neokolonializm (yeni sömürgecilik) deniyor. İlk kez 1956’da Fransız filozof Jean-Paul Sartre tarafından kullanılan bu deyim, gelişmekte olan bir ülkeyi etkilemek için askeri kontrol veya dolaylı siyasi kontrol yöntemleri uygulamak yerine kapitalizmi, küreselleşmeyi ve kültür emperyalizmini kullanmak anlamını taşır.
Gelelim Fransız emperyalizmine… Fransa’nın emperyal dönemini de iki ayrı devreye ayırmak olası. 1534-1830 arası dönem ve 1830-1962 dönemi. Fransa Britanya’dan sonra klasik anlamda dünyanın gördüğü en büyük emperyal devlettir.
Kaynak: Wikipedia
(Açık mavi bölgeler 1830 öncesi sömürgeler, lacivert bölgeler 1830 sonrası sömürgeler)
Dünyanın pek çok emperyal ülkesi II. Dünya savaşı sonrası kolonializmden vazgeçerek, neokolonializme adım atarken, Sovyetler Birliği dışında bir tek Fransa klasik anlamda kolonializmde uzun süre ısrar etmiştir. Bu ısrarının sonucunda da 1950’li yıllarda önce Viet-Nam’da büyük bir bozguna uğrayarak, Viet-Nam, Laos ve Kamboçya’dan çekilmek zorunda kalmış, daha sonra bir koloni değil de Fransa’nın bir parçası olarak gördüğü Cezayir’den de yedi yıllık bir mücadeleden sonra ciddi bir toplumsal travma ile ayrılmıştır.Afrika’daki tüm kolonilerinin bağımsızlığını teker teker kabul etmek zorunda kalan Fransa’nın bugün sadece koloni artığıbirkaç ufak denizaşırı bölgesi kalmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu ile de epey uğraşan Fransa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da epey toprak kazanmış, ancak I. Dünya Savaşı sonunda Sevr Barış Anlaşması uyarınca Anadolu’da talep ettiği bölgeleri Milli Kuvvetler’e karşı koruyamayacağını görünce Suriye’ye geri çekilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ile son toprak ihtilafı, Atatürk’ün askeri güçle de desteklenen politikası sonucu 7 Temmuz 1939’da sona ermişve Hatay anavatana bağlanmıştır.
1962’de Cezayir’in bağımsızlığıyla sona eren Fransız emperyalist dönemi, daha sonra neokolonializm olarak devam etmiştir.
Devletlerin ve hükümetlerin doğal olarak amaçları kendi toplumlarının refah düzeyini artırmaktır. Bu amaçla eğitime, bilime, üretime, yaratıcılığa büyük önem verirler. Ancak, Fransa bu kalıpların dışarısına çıkar. Sanat, bilim, felsefe gibi konulardaki üstünlüğüne ek olarak, özellikle eski sömürgelerinde askeri operasyonlar yapmaktan kaçınmaz. Bu ülkeleri hala etki alanı olarak görür. Çoğu diktatörlük olan bu ülkelerde yöneticileri iktidarda tutmak için de elinden geleni yapar. Yolsuzluğa bulanmış bu yöneticiler de Fransız şirketlerine maden ruhsatları, ihaleler vs vererek Fransa’nın refahına katkı yaparlar. Bu ilişkiden Fransa ve eski sömürgelerin diktatörleri karlı çıkarken halklar ise sömürülmeye devam eder. Bu diktatörlerin çaldıkları paralar da yine Fransa’ya akar. Bu ya nakit, ya da Akdeniz sahillerinde alınan son derece lüks villalar şeklinde olur.
Görüldüğü gibi Fransa’nın neokolonial dış politikasında toprak kontrolü hedefi yoktur. Amaç, en çirkin ve gayriahlaki yöntemlerle Fransa’nın refahına katkıdır.
Fransa sadece eski kolonileriyle uğraşmaz. Dış politikasında transaksiyoneldir. Yani değerler yerine çıkarlar ön plandadır. Kurtuluş Savaşı’nda müttefikleri terk edip, Birleşik Krallığı yalnız bırakan Fransa, Büyük Taarruz öncesi Türkiye’ye cephede kullanılması için kamyon bile satmıştır. Buna karşılık Lozan görüşmelerinde kapitülasyonlar ve Osmanlı’dan alacakları nedeniyle İsmet Paşa’yı en fazla uğraştıran ülke olmuştur. Yani derdi paradır.
Gelelim günümüze. Fransa bir NATO üyesi olmasına rağmen Rusya’ya (bizim donanmamızdaki TCG Anadolu ile aynı işlevi gören) dört adet Mistral tipi amfibi saldırı ve helikopter gemisi satmaya kalkmış, teknoloji transferini de kapsayan bu satış, iki gemi üretildikten sonra ABD baskısıyla engellenmiştir. Geçmişte Fransa Libya’daki Kaddafi rejimine de Mirage savaş uçakları satmıştı. İsrail’e nükleer teknolojiyi veren de Fransa’dır. Para kazanmak asıl amaç olunca, Fransız dış politikasında da her şey mübah hale gelir.
Fransa kendi şirketlerinin önünü açmak için her türlü fırsatı da kullanır. Bu bağlamda Türkiye’nin AB ile görüşmelere başlaması öncesi THY’ye satılan Airbus uçaklarını da anımsatmak isterim.
Avustralya’ya satmayı planladığı denizaltılarla ilgili 66 Milyar dolarlık anlaşmanın iptal edilmesi ve Avustralya’nın tercihini Amerikan nükleer denizaltıları lehine değiştirmesi sonucu gösterdiği tepki de paranın Fransa için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Fransa geçici bir süre için her iki ülkeden de büyükelçilerini çekmiştir. Bir ticari ilişki nedeniyle büyükelçilerin geri çekilmesi pek rastlanan bir durum değildir.
Fransa’nın önemli petrol şirketlerinden biri Total Energies’dir. Total, Güney Kıbrıs’ın hükümranlık iddia ettiği Doğu Akdeniz’in bazı bölgelerinde doğalgaz bulmuş ve çıkarma aşamasına geçmiştir. Türkiye’nin ve KKTC’nin de hak iddia ettiği bu bölgelerde, Total’in çıkarlarını korumak için Fransa uçak gemisi bile yollamıştır. Libya’daki iç savaşta da petroleolan ilgisi nedeniyle, isyancı general Hafter’e arka çıkan Fransa, hatırlayacağınız gibi orada da Türkiye ile karşı karşıya gelmişti.
Fransa Total’e destek çıkmak için Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunlara da bulaşmıştır. Türkiye’nin devlet kapasitesini aşan, maceracı dış politika hamlelerini de fırsat bilerek, en az Türkler kadar milliyetçi ögeler taşıyan bir kültüre sahip olan Yunanistan’a kendisini büyük mali külfet altına sokacak silah satışlarına başlamıştır. Modern savaş uçakları ve fırkateynlerden oluşan bu satışa sözde bir anlam kazandırmak için Yunanistan’la karşılıklı savunma anlaşması bile imzalamıştır. Bu anlaşmaya göre Fransa, Türkiye ile silahlı bir çatışmaya girmesi halinde Yunanistan’ın yardımına koşacaktır. Yunanistan da bu söze kanmıştır. Asıl amacın silah satışı ve Total’e destek olmak olduğunun farkında değildir.Daha da acıklısı, Fransa’nın transaksiyonel dış politikası nedeniyle, günü geldiğinde Türkiye ile ilişkilerini düzeltebileceğinin ve kendisine sattığı uçakları düşürme yeteneğine haiz hava savunma silahları üretimi konusunda Türkiye ile iş birliğine gidebileceğini düşünmemektedir.
Türkiye ve Yunanistan gibi, devlet kapasiteleri ve refah düzeyleri belli ülkelerin, emperyalist ülkelerin oyununa gelmemeleri, aralarındaki sorunları iyi niyetle ve maksimalist beklentiler içerisinde olmadan çözmeleri, kaynaklarını toplumlarının refahına odaklamaları son derece önemlidir. Aksi takdirde Fransa gibi ikinci sınıf emperyalist ülkelerin bile oyuncağı olmaları kaçınılmazdır.
Nasıl Büyük Britanya’nın bir zamanlar, Antarktika hariç dünyadaki tüm kara parçalarının %56’sına yayılan ve üzerinde güneş batmayan imparatorluğu, Çanakkale ve onu takip eden Türk Kurtuluş Savaşı sonrası yavaş yavaş yıkılmaya yüz tutmuşsa, Fransa’nınki de Hindiçin’de Vietnam karşısında aldığı ağır yenilgi ile düşüşe başlamış ve Cezayir’de yediği darbeden sonra yıkılmıştır. Cezayir yenilgisi Türkiye’de nisbeten bilinir ama, Hindiçin’deki bozgunu pek duyulmamıştır. Sizlere Fransızlar’ın Hindiçin macerasını da haftaya anlatacağım.
22 Aralık 2024