Hakkını aramayan, uzaktan bakmaya mahkumdur….
Dünyada varlığı, var ile yok arası, tanımlı yerler listesi yapılsa, her halde Kuzey Kıbrıs’ın listedeki yerini hiçbirimiz yadırgamaz. Halbuki, kim dünyada yok sayılmak ister ki?
Ülke olarak bugün geldiğimiz noktayı düşünürken ise, dünden bağımsız düşünmek mümkün değil.
Bir tarafta uluslararası hukuka dahil Kıbrıs Cumhuriyeti, diğer tarafta, Türkiye’nin katkıları ile bugünkü halini almış KKTC.
Bir tarafta, her ölçekte, her türlü ticari anlaşmayı, doğrudan uçuşu, engelsiz, doğrudan yapabilen bir varlık, diğer tarafta tanınmamışlığın dezavantajlarını yaşayan KKTC.
Bir tarafta Avrupa Birliği üyesi bir devlet, diğer tarafta toplumunun birçoğunun cebinde AB pasaportu taşıyan ancak tanınmamış KKTC.
Eğer 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni başlangıç kabul edersek, başlangıçta her iki toplum, Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altındaki eşit egemen statüde ortaklardı. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin fiili ömrü 3 yıl sürdü. Sonrasında Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Cumhuriyetine sahip çıkarken, biz ise adanın %37 toprağına.
Peki, 1963 sonrasındaki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığının yasallığı ve Kıbrıslı Türklerin gasp edilen toplumsal haklarını uluslararası hukukta aradık mı?
Yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermek istemediğim için, bu aşamadan belirtmek isterim, adil bir çözümün her iki toplum için en doğru yol olduğuna inanmakla birlikte, bu yazının amacı Kıbrıs Cumhuriyeti’ne geri dönelim çağrısı değildir. Tam tersine Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasallığını ve geçmiş ortaklıktan doğan haklarımızı sorgulamaktır.
Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların geçmişten gelen ortaklık noktasıdır. Bu ortaklık fiilen bozulmuştur. Bir çözüme ulaşmak için müzakereler ise, o zamandan bu zamana devam etmektedir. Geçen süreçte Kıbrıslı Rumlar ortak devletin hukuken her avantajını kullanırken, biz çemberin ve dolayısı ile uluslararası hukukun dışında kalan taraf olduk.
1963 sonrası Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal bütünlüğünün sorgulandığı, uluslararası niteliği olmayan, mahkemeye taşınmış tek dava, 1964 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti yüksek idare mahkemesine taşınmış, Mustafa İbrahim vs Cyprus davasıdır. Davanın, Mustafa İbrahim adına avukatlığını Ahmet Mithat Berberoğlu yapmıştır ve mahkeme anayasal bütünlüğün devam ettiği yönünde karar üretmiştir.
Birleşmiş Milletler güvenlik konseyinin, Kıbrıs ile ilgili 1964 ve sonrasında aldığı kararların, bir kesimin Kıbrıs Cumhuriyetinin uluslararası tescili dediği 186 no’lu karar dahil olmak üzere, bir çoğunu okudum. Kararların hiçbirinde, ne ilginçtir, Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki eşit hak ve varlığı Kıbrıslı Rumlardan ayrılmıyor veya az görülmüyor. Temel vurgu, yaşanan sorunlar, savaş ve bölünmeye rağmen, Kıbrıs’taki uluslararası çatının, Kıbrıs Cumhuriyeti olduğu yönündedir.
Bu noktada enteresan olan ise Kıbrıs’ın 1963-74 arası yaşanan olaylar ve 1974 sonrası fiilen sınırların ayrılmasından günümüze kadar yaşanan süreçte bizim tarafımızdan, hiçbir uluslararası hak arayışı için açılmış hukuk davasının olmayışıdır.
Bir taraftan, toplum olarak, hakkımızın yendiği ve ambargolar altında ezildiğimiz üzerinden siyaset yapıyoruz ancak iş hak aramaya gelince yokuz.
Uluslararası FİFA ve UEFA’ya üyeliği olan KOP’tan(Kıbrıs Futbol Federasyonu) çıktık veya çıkarıldık, hakkımızı aramadık.
Onlar mülkiyet ile ilgili davaları, Kıbrıs Cumhuriyeti zemininde AİHM’e taşıdı, Türkiye tazminat ödemek zorunda kaldı.
1973 yılında, o zamanki adı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında imzalanan Gümrük Birliği anlaşması, Mağusa Limanından, Avrupa Birliği’ne doğrudan ihracatı kapsıyordu. 1991 yılında, karar üreterek, ihraç ürünlere ‘Port Of Famagusta’ yerine, ‘KKTC’ mührü vuracağız dedik. AB Adalet Divanına taşınan dava 3 yıl sürdü. Taraf olmayı kabul edip, savunma yapmadık. Sonuç hüsran ve KKTC gümrük birliği anlaşmasından muaf tutularak, %15 ek gümrük vergisine tabi tutuldu. Netice, AB’ye ihracat 45-50 milyon dolar seviyesinden, 15-20 milyon dolar seviyesine geriledi.
Süreçte, onlar uluslararası anlaşmalar yapmaya devam ederken, biz hep seyreden taraf olduk.
AB üyesi, Kıbrıs Cumhuriyeti, münhasır ekonomik bölge anlaşmaları yaptı. İlan ettiği, münhasır ekonomik alanları, parsellere böldü, ihaleler yaptı, Doğu Akdeniz Gaz formunda yer buldular, biz ise yalnızca baktık.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Özetle 1963 sonrasında, onlar, bizim eşit kurucu ortağı olduğumuz varlık üzerinden, zorunluluk hukukuna dayanarak, uluslararası anlaşmalar ve biz bunlara sözlü tepki dışında, hiçbir hukuki hak talebinde bulunmadık, seyrettik ve haksızlığa uğradığını, sadece sözde iddia eden taraf olduk.
Geçtiğimiz 7 Haziran 2022 tarihinde, Avrupa Parlamentosu genel kurulunda, bizim gündemimizde geniş yer bulmayan, Türkiye’nin AB ilerleme raporu onaylanırken, raporda Kıbrıslı Türklerin toplum olarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşru parçası olduğu ve AB ile yakınlaşması yanında güçlenmesine destek verilmesine yer verildi.
Rum yönetimi içinde, geçmişten beri, yönetimin tümü ile ellerinde olmasının, zorunluluk hukukuna dahil olduğunun ve Kıbrıslı Türklerin toplumsal haklarının aranması için, Kıbrıs Türk liderliğinden gelecek olası bir hukuki hamleye karşı hazırlandığını biliyorum.
Son günlerde, pek samimi bulmasan da, 1960 anayasasından gelen yüzde 70-30 kamu istihdamına örnek göstermek için az sayıda Kıbrıslı Türk’ün kamuda istihdamı gündemlerinde.
Geçen zamanın lehimize ilerlemediğini yaşayarak görmekteyiz. Uluslararası hukuka, eşit egemen bir şekilde dahil olmanın, her şeyden önce Kıbrıslı Türklerin hakkı olduğuna inanan biri olarak, zaten geçmişten elimizde olan bu hakkın, hukuki arayışının adada çözümü zorlayıcı etkisi yanında, toplumsal geleceğimizi de doğrudan ilgilendirdiğine inanıyorum.