23 senede ne değişti?
Fırsat yaratıp, zaman tünelinde yolculuk yapmayı severim. Yıllar öncesi yazılarımı sizlerle yeniden paylaşırım. Okuyanlar kendiliğinden o günlerle bugünlerin kıyasını yapar. Yazılarımı tamda bu nedenle yayımlıyorum yeniden. Güven bunalımı aşılmalı. 2 Mayıs 2001’de, 23 sene önce “ Güven bunalımı aşılmalı” başlığıyla yazmıştım yazımı. İşte o yazım:
***
“Toplum olarak kelimenin tam anlamıyla sorunlar yumağına dönüştük.
Bugüne kadar birilerinin şikayeti bir başkasının yüzünün ekonomik anlamda gülme nedeni oluyordu. Birilerinin cebinde eksilme olurken birilerinin cebinde çoğalma gözleniyordu.
Bu kez durum çok farklı. Kazançlı çıkan yok.
***
İşin en kötü yanı toplum olarak güven bunalımı uçurumunun dibine doğru süratle yuvarlanmaya devam ettiğimizdir.
Siyasilere güvenin “g”si kalmadı.
Siyasi partiler demokratik yaşamın vazgeçilmezidir. Vazgeçilmez siyasi partilerde değişim kolay olmuyor. KKTC ekonomisi tepetaklak giderken kimse bunun adresi olmadı. Herkes yerli yerinde.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. İşte Türkiye. Ekonomide soruna çare aranılırken, Kemal Derviş, Dünya Bankası’ndan getirildi, ekibini kurdu.
Bizde bir başka sorun güvensizlik çemberinin içine muhalefet partilerinin de itilmiş, çekilmiş olmasıdır.
Kullandığımız para üzerinde söz sahibi değiliz.
Dünya kriterlerinde ekonomik yapımız yok. Gelirle gider arasında denge yok, uçurum var.
***
Gelinen noktada sivil toplum örgütleri umut olmalı. Ancak bu noktada da sorunumuz çok.
Ülkemizin en etkili kabul edilen sendikal örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin bile etkinliği geçmişle kıyaslandığı zaman cüce.
Onlarca örgüt bir araya gelip açıklama yapıyor, eylem sergiliyor… Bu çıkışla ilgili yetkililerin duyarsızlığı bir yana o örgütlerin kitlesel tabanını oluşturan kesimler heyecanla yapılanlara sahip çıkıp, destek vermiyor.
Demokrasi çarkının sağlıklı dönmesinde sağlıklı baskı unsurlarına gereksinim vardır.
***
Siyasiler üzerinde sivil toplum örgütleri baskı yaratacak.
Sivil toplum örgütlerinde ise kendi tabanından gelecek baskıya gereksinim vardır.
“Nasıl olsa bir şey değişmeyecek!” teslimiyetçiliğiyle, yerimizde saymak bir yana geriye gitmek, daha kötüye gitmek kaçınılmazdır.
Güven bunalımı kronikleşti.
İnsanlar birbirine güvenmiyor.
Çalışan örgütüne güvenmiyor.
Vatandaş politikacıya hiç güvenmiyor.
Bir süre öncesine kadar politikacılar kahveye, kulübe gitti mi etrafını saran vatandaşlar olurdu. Herkes bir şeyler ister, ülkenin geleceğiyle ilgili birinci ağızdan bilgilenme çabası gözlenirdi.
Şimdi tablo değişti.
Kulübe giden politikacı tavla oynayacak gerçek bir arkadaş bulabilirse şanslıdır.
***
Güven bunalımı aşılmadan hiçbir soruna kalıcı çare üretmek mümkün değildir.
Güven bunalımı iletişimi yaralar. İletişimin olmadığı yerde katılımcı bir anlayışla çare üretmek nasıl mümkün olabilir?
Siyasi partilerden, dernek, sendika, birlik ve kulüplere kadar önce güven bunalımı hastalığına çare bulmak gerekir. Bunu başarabilirsek arkası gelecek.” (2 Mayıs 2001–KIBRIS)