Ateşkesi, toplumsal barışımız için de başarsak…
Kendimi bildim bileli, Kıbrıs sorunu vardır.
Kendimi bildim bileli, Kıbrıs Türk toplumu ‘zor günlerden’ geçmektedir.
Kendimi bildim bileli, Batılı anlamda demokrasiyi bu topluma çok görenler vardır.
Kendimi bildim bileli, TOPLUMSAL BARIŞTAN RAHATSIZ OLANLAR VARDIR.
Kendimi bildim bileli, dıştan birilerine şirin görünmek isteyenler vardır.
Kendimi bildim bileli, KIBRIS TÜRKÜ’NÜN TAKIM RUHUNA SAHİP OLMASINI İSTEMEYENLER VARDIR.
***
Kıbrıs Türk toplumunun mücadele tarihinde öğretmenlerin ve spor kulüplerinin yeri önemlidir. Öğretmen kökenli oluşum artı spora duyduğum ilgi hem eğitim hem de spor dünyasından çeşitli anıları birinci ağızdan dinleme fırsatı yarattı.
Provokasyon bu toplumdan hiç eksilmedi. Dünyanın en usta en deneyimli provokatörleri yıllardır gariban Kıbrıslı Türkün ensesinden tecrübelerine tecrübe katıyor.
Türk Mukavemet Teşkilatı’nda (TMT) görev yapan arkadaşlar anlatıyorlardı.
Yıl 1964-1966 arası. Kesin tarihini şu anda anımsamadım. Türkiye’ye birileri haber uçurup Lefkoşa sokaklarına Türkiye aleyhtarı yazılar yazıldığını bildirmiş. Yazılar görüntülenip mesaja eklenmiş de.
Konu Boğaz Sancağı’nda da konuşulurken o dönemin istihbaratında görevli Emirali Özkılıç Hoca, resimleri görmek istemiş. Resimlerde Lefkoşa’da Girne Caddesi üzerinde, o zamanki Deniz Kitabevi önündeki asfaltta Türkiye aleyhine yazılar görülüyordu. Dikkatinizi çekerim nokta o dönemin Polis Genel Merkezi’nin hemen yanı ve Lefkoşa’nın en önemli caddesi. Resimlere azıcık dikkatle bakıldığı zaman fotoğrafların gece çekildiği anlaşılır. Gidip olay yerini incelediklerinde Türkiye aleyhtarı yazıların yazılıp, görüntülendikten sonra yazanlar tarafından silindiği anlaşıldı. Yazıları yazanlar ve Türkiye’ye jurnal edenlerin TMT içinde sorumluluğu olan ayni kişiler oldukları da ortaya çıkarıldı.
***
Aradan yıllar geçti.
Yıllarla birlikte köprülerin altında da çok sular aktı. Medya, sosyal medya eklentisiyle alan genişlemesine sahip oldu. Provokatörler artık yeni olanaklara sahip.
Bu toplumda herkesin aynı düşünce çizgisinde olmasını hiçbir zaman savunmadım, bundan sonra da asla savunmam.
Herkes inandığını, doğru bildiğini yazabilmeli, söyleyebilmeli. Seslendirilmeyen düşünce yok değildir. Bir düşünce seslendirildiği zaman toplumsal paylaşıma taşınır, isteyenler o konuya katkı koyar. Böylece o düşünce sahibine yeniden değerlendirme fırsatı da doğar.
Bir başka önemli noktada bir düşüncenin en önemli esin kaynağının karşı demek istemiyorum, farklı düşünce olmasıdır.
Toplumsal barışın birinci koşulu karşılıklı saygı ve sevgidir. Ellerimiz bir diğerinin boğazında olduğu sürece toplumsal barış sağlanamaz.
Farklı düşünce sahiplerini yok etme noktasına varacak bir düşmanlık daracık dünyamızda olduğu sürece nasıl toplumsal barıştan söz edebiliriz?
Toplumun büyük çoğunluğu gibi benim de hem içinde bulunduğumuz günler hem de geleceğimiz için sıradanlığın ötesinde kaygılarım vardır.
Rumlar ve adada yaşayan herkesle iyi komşuluktan başlayarak barış içinde yaşamaya konuşurken, kendi dünyamıza bakıyorum. Bizler kendi kendimizle, gerçek anlamda barışık olamıyoruz. Zamanı toplumsal barış için kullanmak yerine tam tersine değerlendirmek isteyenler hâlâ siyasi yelpazenin her diliminde cirit atabiliyor.
50 yıldır Rumlarla ateşkesi başarıyla sürdürdük, bu ateşkesi bir de kendi toplumsal barışımız için başarsak…