İpek saçlı, nur yüzlü, anacığım benim…
Her anneler günü benim en buruk, en hüzünlü olduğum günlerden biri olur.
Anacığım 1916 Köfünye, ya da sonradan değiştirilmiş adıyla Geçitkale doğumluydu.
Çok küçük yaşta kaybettiği için annesini, anne sevgisini bilmeden, tatmadan, yaşam yolculuğunda ilerlemiş.
O zamanlar özellikle köylerden okul yokmuş. Anacağım da ilkokul sıralarında bile oturamamış. Bir biçimde eski Türkçe’yi öğrenmiş.
Babamla evlenip K. Kaymaklı’ya gelip, çoluk çocuk sahibi olduktan sonra, ilkokulda köy kadın kursun açıldığını öğrenip gitmiş. İlgili öğretmen “Hoş geldin Afet Aba” deyip hangi kurs için geldiğini sormuş… Anneciğim, “Yeni Türkçe, okuma – yazma kursu” demiş.
Yanıt olumsuz olunca, kendi kendine, benden büyük kardeşlerimin de yardımı ile okuma ve büyük harflerle yazmayı öğrenmişti.
***
Kardeşlerim Londra’da yaşamayı tercih ettiği için anneciğimle, 10 Haziran 1984’te ölene kadar gerçek bir kader birliği yaşadım.
Bilimsel olarak kanıtlandı. Yeni doğmuş bebek, anne sütüyle ne kadar uzun süre beslenirse, sağlıklı gelişimi için o kadar yararlıdır.
Bunun doğruluğunu, kimse sorgulamıyor zaten.
Anne ile bağlantılı, ancak anne sütünden çok daha değerli olan ANNE SEVGİSİDİR.
Anacığımın beni, ne kadar emzirdiğini bilmem. Ancak HAYATTA OLDUĞU SÜRECE BENİ SEVGİYE DOYURDUĞUNU adım gibi bilirim.
Hayatta çok zorluklarla savaşarak bugünlere geldim. Başım dik, alnım açık, sonsuz vicdan huzuruyla bugünlere ulaştıysam, bunda anneciğimin ak sütü ve sevgisinin çok büyük payı vardır.
Anne sevgisinin, yokluk ve eksikliğinin ne kadar önemli olduğunu, daha sonra dinlediğim yaşam öykülerinden öğrendim.
***
Anacığım 1 Haziran 1963’te evlat acısı yaşamıştı.
“Canımdan can, gitti” demişti. Evlat acısının bir anneyi nasıl perişan ettiğini görmüştüm. Çaresizdim. O güne kadar, her ne halse ağlamayı çocuklara özgü zannederdim. . Çocuk, bir şey ister, olmazsa ağlayarak ısrar eder. Ama yetişkinin, hele bir annenin ağlamasının ne kadar derin, ne kadar farklı olduğunu ilk kez annemde görmüştüm.
O zaman, yaşayarak anlamıştım ki, çocuğunu yitiren annenin ıstırabı yaşlanmaz.
Evimizde acının dumanları tüterken 1963 sonunda göçmen de olmuştuk…
Çok soğuk 25 Aralık 1963 günü K. Kaymaklı’dan Hamitköy’e kaçarken anacığımın ayaklarında, evde giydiği bir çift lastik terlik vardı. Ve, uzun süre o mavi, lastik terliklerle idare etmişti.
***
Anacığım şimdi hayatta olsa, en çok neye tepki gösterir, hatta isyan ederdi?
Gençlerin bu topraklarda gelecek görmeyerek göç etmesine.
Kıbrıslıyız… Geleneksel anlayışımızla, çoluk çocuğumuzu, hatta bir sonraki nesil torunlarımızı yakın çevremizde, etrafımızda görmek isteriz. Yeni nesille, anlayış farklılaşması ne olursa olsun, anne – babaların, hala birinci tercihidir.
Annem ve babam, önce 1960’ta Fatma ablamı sonra 1967 ve 1968 ‘de Eray ve Türker abimi Londra yolcusu etmişlerdi. Babacığım, duygularını çok seslendirmezdi ancak anacığım, isyanını hem ağlayarak hem söyleyerek ifade ederdi. Önce babamın, sonra annemin, son nefeslerinde yanlarında ben vardım. İkisinin de gözleri, yurt dışındaki kardeşlerim için, kapıya bakarak kapandı.
***
Bana sorarlar, anacığımın en çok neyini özledim?
Kokusunu.
Yaşım kaç olursa olsun, anacığım hayatta olduğu sürece, kucağına yattım, kokusunu içime çektim, saçlarımı okşarken yüreğimi, ruhumu okşadığını hissettim hep.
Cuma günü Bayrak FM’in Ömür Törpüsü programının konuğuydum. Mekan Rüstem Kitapevinin bahçesi. Söz anneciğimden açılınca, “Arkaya bakın… Anacığım ipek saçları ve nur yüzüyle orda oturuyor ve bizi dinliyorum” dedim.
İnanın bana o an, hissetmeden öte anacığımı, orada görüyor, yaşıyordum.
Anacığım benim….