Kazlar başarabildiğine göre, insanlar niye başarmasın?
Cüneyt Arcayürek, 23 Haziran 2015’te 87 yaşında hayata gözlerini yummuş, Türk basınında çok önemli iz bırakan gazetecilerden biridir.
1974 Barış Harekatı sırasında adaya çıkan ilk Türk gazeteci olarak da anımsanır.
Kıbrıs’la bağlantısı anımsanınca, doğal olarak Johnson Mektubu da akla gelir.
Cüneyt Arcayürek’in biyografisinde bu konu aynen şöyle yer alır:
“Amerika Birleşik Devletleri başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen ve “Johnson Mektubu” diye anılan Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla ve kaba bir üslupla yazılmış olan mektubu; iki yıl boyunca gizli tutulduktan sonra Cüneyt Arcayürek ele geçirdi.
Mektubun tam metni, 13 Ocak 1966’da Hürriyet’te yayımlandı. Hürriyet gizli tutulan mektubu yayınlayınca, 15 Ocak 1966’da dönemin iktidarı, İnönü’nün verdiği yanıtı da açıklamak zorunda kaldı. Bu olay üzerine hakkında çeşitli soruşturmalar ve davalar açılmasına yol açan ancak kendine Yılın Gazetecisi unvanını kazandıran “Johnson’un Mektubu” haberiyle ün sağlamıştır.”
***
Bugün cumartesi, güncelliği olan önemli kabul ettiğim bir konuya, Cüneyt Arcayürek’ten yirmi kusur yıl önce, bir TV programında dinlediğim, kazlarla ilgili bir aktarımla, köprü kurmak istedim.
Arcayürek, siyasi kadrolarda yenilenme önündeki tıkanıklığı, kazlarla ilgili oldukça ilginç şu bilgi paylaşımıyla desteklemişti..
“Kazlar bir yerden bir başka yere göç ederken havada V şeklinde sıralanarak uçarlar. En önde giden öncü, lider kaz yorulduğu zaman sıranın en arkasına geçer, sıradaki kaz lider kaz olur.
Bu arada yaralanma veya bir başka nedenle kazlardan biri yere inecek olursa, iki kaz daha onunla birlikte iner. Bir süre iyileşmesini beklerler. İyileşip yoluna devam ederse birlikte öteki kazlara yetişmek için uçarlar, aksi olursa iki refakatçi kaz uçup yoluna devam eder.”
Kazların V şeklinde uçtuklarını biliyordum da liderin değiştiğini, bir de kazlar arasındaki dayanışmanın göstergesi yaralı, hasta kazı yalnız bırakmadıklarını bilmiyordum.
* * *
Kazlar insanlardan daha mı akıllı?
Yanıt için fazla düşünmeye gerek yok. İnsanlar daha akıllı.
Demek ki önemli olan daha akıllı olmak değil, aklı pozitif yönde, toplu yaşama uygun olarak kullanabilmektir.
Bizde siyasi yapılanmanın tepesinden, sendikalara, birliklere, derneklere, spor kulüplerine kadar sivil toplum örgütlerinin tümünde “işgal” sözcüğünün kullanılmasını haklı kılacak kadar koltuklara yapışıp kalma vardır.
Bilimsel olarak doğruluğu kanıtlandı… Herhangi birinin koltuktaki ömrü uzadığı oranda görev ile kişi özdeşleşmektedir. Dahası koltukta kalmayı sağlayacak her türlü temiz olmayan ilişki sağlam temellere oturtulur.
Devleti pozitif yönde kurumlaştırmayı başaramayanlar, kendi iktidarlarını uzatmak için her türlü “alicengiz” oyunlu “kurumlaşmayı” başarırlar.
* * *
Bunu aşmak mümkün müdür? Mümkün olmaya mümkündür de, açmaz, radikal değişimi demokratik yollardan yapmak için iradenin, işgallerine seçim kılıfı geçirenlerin elinde olması.
Aslında yapılacak olan oldukça basittir. “KKTC’de seçimle gelinen her türlü görevde, görev süresi iki dönemle ve/veya 10 yılla sınırlıdır. Hiçbir nedenle görev süresi bunun dışına çıkamaz.”
Ruh bu olur. Siyasiler için 10 yıl esas olurken, her yıl, ya da iki yılda bir genel kurul yapan sivil toplum örgütlerinde, süre daha makul bir süre olarak belirlenebilir.
Bu uygulama siyasi partilerin yetkili kurulları için de çalışır.
Bir bunu başarabilsek o zaman ne kadar güzel gelişmeler olacak birlikte göreceğiz?
Siyaset entrikalardan büyük ölçüde kurtulacak.
Başta devlet yapısı olmak üzere tüm sivil toplum örgütlerinde kadrolar gençleşecek. Görev sürelerini dolduranlar siyasi olgunlukla örgüt içinde kaldıkları zaman dinamizm ile deneyim aynı çatı altında buluşacak.
Bu çok mu zor? Kazlar başarabildiğine göre insanlar niye başarmasın? Yeter ki aklın düşmanı ihtirasa, insanlar yenik düşmesin.