Mağduriyetimizi, çektiklerimizi anlatmaktan utandık…
Netflix, 20 Eylül’de Famagusta isimli bir diziyi yayımlamaya karar aldı.
Dizi 1974 Barış Harekatı’na Rumların bakış açısı ve mağduriyetleri üzerine kuruluyor.
Objektif olmadığı, tek yanlı mağduriyeti öne çıkaracağından kimsenin kuşkusu olmasın.
En yalın tanımlamayla, Rum tarafının etkin girişimleri ve kaynak yaratmasıyla var edilmiş bir dizi.
KKTC devletinin zirvesindeki isimlerden öncelikle, anında açıklamalar geldi. Okudum.
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Kıbrıs Rum Kesimi’nin hazırlattığı ve dijital bir platformda yayınlanacak olan “1974 Barış Harekâtı”nı konu alan dizinin gerçekleri yansıtmadığına ve bunun dünyayı yanıltmaya yönelik bir hareket olduğuna işaret ederek, “Tarihi çarpıtarak dünyayı kandıramazsınız” dedi.
Başbakan Ünal Üstel’in açıklamasından bir kesit: “Rum Yönetimi’nin Ada’da 60 yıldır yaşanan gerçekleri saptırmaya yönelik son adımı olan ve Eylül ayında Netflix’de yayına gireceği açıklanan dizide, Kıbrıs Barış Harekatı’nı çarpıtan, Rum propagandası dolu ve Türkiye’yi işgalci olarak gösteren anlayışı kabul etmek, mümkün değildir”.
***
Gerçek olan şu: ‘Rumlar bu propaganda ve lobicilik işini bizden iyi biliyor.’, diyerek, benzer kulvarda edilgenliğimizi kabul edip, yerimizde oturup kaldık. Türk’ten Türk’e, propagandada üstümüze yok.
En çok yüz kelimeyle, ‘HAKLI DAVAMIZI’ iç politika amaçlı konuştuk hep. Tanıtma Dairemiz var.
Çok önemli görevleri olan, kurumsal bir yapımız. Bütçeden aldığı pay da var. Dış temsilciliklerin görevlerinin başında, yaşadıklarımızı anlatıp, varlığımızın kabulüne destek sağlamak. Netice ortada…
Tanıtma Dairemiz sanki de Tanıt-MA Dairesi. Hatice değil, netice, önemlidir.
1974’ün üzerinden 50, KKTC’nin ilanının üzerinden 41 sene geçti.
KKTC’nin tanınması değil, 1950’lerden başlayarak bu adada Rumların bize yaşattıklarını, özellikle 1963 – 1974 arasında yaşadıklarımızı profesyonel bir şekilde dünyaya aktarmak, anlatmak için ne yaptık? Bir savaşın, zaferi getiren kahramanları değil, mağdur olanların duygulara dokunan yaşadıkları, ilgi görür.
Dünya sinema tarihinde bir tur atılsın, özellikle Yahudilere mağduriyet üzerinde sempati toplama amaçlı çok sayıda film bulunur. 1974’te Türk Silahlı Kuvvetleri, Barış Harekatıyla adaya gelene kadar, Rumlar ya da EOKA’cılar Kıbrıslı Türkleri, yenmenin ötesinde istedikleri kadar ezdi…
TMT bir savunma örgütüydü. Yayılmacı amaçları yoktu. Bilmem hangi Rum köyünü almak için, saldırıda yaşamını yitiren bir tek mücahidimiz yok.
Rumların silahlı güçleri saldırdıkları her yerde orantısız büyük güce sahip oldu. 1974 sonrası Kuzey’de Rumların toplu mezarları vardır. Ancak toplu katliam çukurları yoktur. Savaşta ölen Rumlar, topluca gömüldü. İstisna var mı? Bilmem. Ancak dinleyerek bildiklerim çoğunlukla bu yargıyı besliyor. Muratağa, Atlılar, Sandallar, Taşkent, Aleminyo ve diğer yerlerde bebekler, çocuklar, kadınlar, yaş ayırımı olmaksızın erkekler, ölüm, katliam çukurlarının başında öldürüldüler.
Biz de bu vahşetlerin filmlerini yapalım demiyorum.
Ancak benzer katliamları Rumlara yönelik işlenseydi, şimdiye yüz defa filmleri, dizileri yapılırdı.
Biz adaya gelen yabancı elçilik mensuplarını bile, uygar bir üslupla yaşadıklarımızı anlatmıyoruz.
Rum kendi çıkarlarına uygun, adımlar attığı zaman, tepki koyuyoruz. O kadar.
Bu satırların yazarı olarak, Rum siyasi liderliğinin niyetini iyi bildiğim için, yaptıkları benim için sürpriz değil. Dahası, güven zedeleyici bu tür operasyonların yapılamaması için bir anlaşmamız da yok.
Benim yetkililerimize sorum şu: ‘Bu kadar haklı olduğumuz konularda, bu güne kadar evrensel boyutta ne yaptınız?’ İsterseniz evrensel boyutu daraltıp, Türkiye kamuoyuna yönelik, neler yapıldığını sorayım?
Konuya yaklaşımımda bir de şu saptamamı paylaşmak istiyorum: Mağduriyetimizi, çektiklerimizi anlatmaktan utanıyoruz… İlle de film, kahramanlıklarımız üzerine kurulmalıdır.
TRT’nin Kıbrıs dizisinde de bu vardı. Türkiye hariciyesinin yaşayan, Kıbrıs sorununu en iyi bilen, en değerli isimlerinden Ertuğrul Apakan’la Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi olduğu dönemde, New York’taki ofisinde samimi bir sohbetimiz olmuştu.
Dünyanın insani yaklaşımlarla duygularına dokunacak ve Rumların bize yaşattıklarını, korkularımızı, travmalarımızı konu alan nitelikli filmlerin neden yapılmadığını sormuştum o gün…
Ertuğrul Apakan, düşünerek beni dinlerken, ismini şu an anımsamadığım müsteşarı, öz olarak şunları söylemişti: ‘ Biz film yaparsak, korkularımızı değil kahramanlıklarımızı anlatırız.’