Sevgili Anacığıma, mektup…
Nur yüzlü, ipek saçlı, ana kokunu hiç unutmadığım Sevgili Anacığım..
Birkaç yıl öncesine kadar her anneler gününde sana mektup yazma alışkanlığım vardı. Hatta anneler günü yaklaşırken, yolda, sokakta, markette, tanıdığım, tanımadığım insanlar, “Hasan Bey, anneler günü yaklaşıyor. Anneciğine yine mektup yazacak mısın?”, diye sorardı.
Yüreğimde her gün sana seslensem, her gün her an seninle konuşurum. Belki bu nedenle birkaç yıldır yazmıyorum.
***
Bugün anneler günü değil.
Bugün beni dokuz ay on gün karnında taşıdıktan sonra Büyük Kaymaklılı, Rum ebe Thodora’nın yardımıyla dünyaya getirdiğin, günün yıl dönümü. Doğduğum anı anımsamam mümkün değil, ama öyle güzel anlatırdın ki, yaşayarak anımsıyorum gibi hatırlıyorum.
K.Kaymaklı’nın Huriye Abası da ebeye yardımcı olmuştu.
***
Kaymaklı’daki kerpiçten evimiz şimdi yerinde yok. Ama ben o evimizi çok severim, Anne.
Hiç konforu yoktu. Avluda bir çeşme vardı. O çeşmeden elimi koyarak içtiğim suyun tadında bir başka su, içmedim. Altından yanma hamamımızda, şimdi evlerimizdeki banyonun lüksü yoktu. Yoktu ama, ben, o hamamımızı da özlerim. Yıkanmak için, tahtadan tokmağa, oturmadan bir maşrapa su dökerek, üşümemizin önünü keserdik.
***
Annem Afet Salih Mustafa(1916-1984)
Anacığım…. Bu mektubu yazarken, çocukluğumu ilk günlerinden başlayarak, güzel anı, hatırlamaya çalıştım.
Bulamadım anne.
Çocukluğundan, güzel anılar biriktirdiğini görürüm etrafımdakilerin. Ben biriktiremedim.
Aman, ne olur, bunu şikayet alma.
Babacığımla birlikte bize sunduğunuz sevgiyi tarif edemem. O dönem göre yokluk da görmedik.
Babam Salih Mustafa (1906-1974)
***
Bilirsin hayatta olduğun sürece, kucağına yatmaya bayılırdım. Bebekken, memelerinden süt emerken aldığım kokuyu unuttum da, kucağının kokusunu hiç unutmadım.
Çok acılar yaşadık ama Nuray Ablamı erken yitirmenin acısı, yıllarca geçse de unutulmuyor. En sıcak haliyle hissediyorum, yaşıyorum.
Göçmenlik yıllarımızdan (1964-Ortaköy)
Acılar, zorluklar bizi insani değer yargılarıyla pişirdi. Maddi değerler, hiç önemli olmadı. Bunu çocuklarıma da, Serkan’a Seran’a anlatıyorum. Anlamadan öte yaşam tarzı olarak benimsiyorlar.
***
Torunlarım Karla, Alen, Lara ve Zara’yla
Toruncuklar Lara, Karla, Alen ve Zara da öyle. Keşke ömrün yetse ve görseydin.
En büyük torun, Lara’nın kolejde son iki yılı. Yurt dışında, Avrupa’da tahsil yapmak istiyor. Kısmet olur giderse başaracağına inanıyorum. “Üniversiteyi tamamladıktan sonra gelmeyeceğim”, demesi beni çok üzüyor. Bu aslında ortak bir üzüntü kaynağı, yurt dışına giden gençler, Kıbrıs’ımızda gelecek görmedikleri için gelmeyi düşünmüyor.
***
Fakındasın, memleketin haline doğrudan gelmek istemiyorum.
Kestirmeden söyleyeyim iyi idare edilmiyoruz.
Akıllık ve ahlaklı olanlar, zar zor geçinirken, bir yolunu bulup köşeyi dönenler, haksız kazançlarını insanların gözüne sokuyor.
Sen de hatırlarsın, Serkan’a küçükken oyuncak arabacıklar alırdık. Çok lüks arabaların oyuncaklarıydı. Bir gün bu ülkede o arabaların dolaşacağını kimse düşünmezdi. Şimdi var. Bir apartman fiyatında arabalar var. Bir teki bile helal kazançla alınmış değil. Kimse de “Nereden bulup da aldın?” demiyor, sormuyor.
***
Pahalılık var mı?
Hem da nasıl anacığım.
Pek çok evde, ayda bir kez masaya etli yemek konulamıyor.
Markette çocuğuna istediği yemişi alamadığı için yerin dibine batan anneler görmek olağanlaştı.
Bazı marketlerde çalışanla, çocukları yemiş hırsızlığı yapmasın diye gözlerini dört açıyorlar.
***
Sevgi, saygının kırıntısı ya kaldı ya kalmadı…
Rahmetli babacığım avcıydı ve her zaman av köpeği vardı. Avcıların köpeği olurdu. Şimdi, cins cins köpekler besleniyor. Nedenini araştırdım, psikolog arkadaşlarla da konuştum. İnsani ilişkilerde sevgiyi yaşayamayanlar, evcil hayvan besleyerek sevgi ihtiyacını karşılamaya çalışıyor.
***
Anacığım,
Ne zaman bir araya gelsek, masanın başında seni oturuyormuş gibi hissederim. Televizyon programlarında da yine seni, stüdyonun köşesinde görürüm.
Aramızdan bedenen ayrılmanın üzerinden tam 40 yıl geçti. Zaman zaman mezarlığa gider, babamla yan yana olan mezarlarınıza çiçek bırakır, dua eder, sizlerle konuşurum. Gönlümde sizi o kadar çok canlı yaşıyorum ki, yokluğunuzu kabullenemiyorum.
Anacağım, Nazım Hikmet’in bir şiirinde dediği gibi, “Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.”
“Yüz sene karagöz gibi yaşamaktansa, bir gün adam gibi yaşa oğlum”, nasihatine eksiksiz uyuyorum.
Anacağım ellerini önce öpüyor, sonra ellerini tutup, avuçlarını yanaklarıma dokunduruyorum… Anacığım benim….