Yüzümüzde içten dışa yansıyan gülme neden yok?

Notlarıma, arşivime bakıyorum… Beraberinde düşünüyorum.
Aklımın bir kenarında, dün akşam baştan sona, TV’den izlediğim ve Fenerbahçe’nin İstanbul’da 3-1 kaybettiği Glasgow maçı…
Acaba o maçı bir spor yazarı gibi yazsam mı diye düşünmedim değil. Futbol dünyada en büyük “din”.
Neyse vazgeçtim ve bizim dünyamıza döndüm.
Mutlaka herkes farkındadır. Yüzümüz gülmüyor.
Aslında bizler asık suratlı insanlar değildik. Zaman birçok değerleri alıp götürürken yüzümüzdeki gülücüğü de alıp götürmüş? Yüzümüzden gülmeyi bile çaldılar.
***
2001 yılında Eylül ayının ikinci yarısında uzak doğuya bir yolculuğum olmuştu.
Dünyalı olduğumu, fırsat bulup seyahat yaptığım zaman daha iyi anlıyorum her zaman. Aslında o gezim sırasında çok hoş gözlemleri dağarcığıma doldurmuştum. Ancak ülkemizde yaşanan sorunlar yumağı o farklı gözlemleri sıcağı sıcağına okurlarla paylaşmama izin vermemişti.
Halbuki, insanlarının insanca gereksinimlerini kolayca elde ettiği, kazandıklarının da kolayca elinden alınamayacağı bir ülkenin gazetecisi olsaydım, oralardan farklı gözlemelerimi daha huzurla paylaşırdım. Ancak bir an düşünün, o zaman parasını kaptırıp “Ne olacak halimiz?” diye kara kara düşünen insanlara dünyanın farklı bir köşesini anlatma önceliği olur muydu?
***.
Doğruya doğru güncel konularımızdan kaçmak istediğim için de 24 yıl öncesine gittim.
Sıkılıyorum. Hem de çok.
İyiler, güzeller değil kötüler, kötülükler örnek oluyor.
Bu dünyada öteki dünya için sınanıyormuşuz. Garibanlara heveslerini az günahla öteki dünyaya saklaması isteniyor.
Cennette erkekleri sayısız huriler bekleyecekmiş…
Bir kadın arkadaş espri yapıp, “Kadınları da Nuriler mi bekliyor?” diye sordu.
***
Notlarımı karıştırırken Bali’de neler hatırladım?
O zaman nüfusu 3 milyona yakın olan Bali’de tek Türk İzmir Çeşme’den Murat Bilen.
Tanıştık. Bir cafenin kaldırımdaki masasında konuşup bir şeyler içiyoruz. Önümüzden genç bir çift geçti. Birkaç metre yürüdükten sonra geri döndüler. Şimdi kırklı yaşlarında olması gereken 20 yaşlarındaki genç kız yüzüme bakıp, “Siz Kıbrıslı mısınız? Sesinizi duydum, inanamadım” dedi.
Kendimi tanıttım.
Genç kız 1987 yılında Kıbrıs’tan Avustralya’ya göç etmiş bir ailenin kızı, eşi Siri Lankalı. Bir hafta önce evlenip balayı için Bali’ye uçmuşlar.
Eser isimli kız sıcak bir anlatımla konuşuyor.
– Kimlerdensin.
– Benim babama Yüzbaşı Şener derlerdi. Büyükbabam ise Ahmet Sözer. Uzun yıllar İş Bankası’nın yanında tatlıcılık yapıyordu.
– Avustralya’da mutlu musunuz?
– Bizler için sorun yok. Her şey çok güzel. Ancak babam mutlu değil.
– Neden?
– Babam Kıbrıs’ı çok seviyor. Kıbrıs’tayken askerliğin yanında geniş çevresi vardı. Yolda sokakta sesleneni çoktu. Şimdi Avustralya’da kimse onu tanımıyor. Yolda sokakta sesleneni yok. Bizler mutluyuz, babam değil.
***
Aradan çeyrek asra yakın zaman geçti.
Pozitif bir değişim var mı? Ne gezer.
Ülkemiz doğal güzellikleriyle mutlu olmamız için yeterince zengin. Ancak güzel hava, masmavi deniz ve gökyüzü tek başına yetmiyor. Sosyal ve ekonomik sorunlar o denli büyümüş ki, gözümüzün önüne perde gibi yerleştirilen sorunlar güzellikleri görmemizi engelliyor.
Bu koşullar altında insanımız nasıl gülsün?
* * *
Bugünün hükümet sorumluluğunu taşıyanlar, yazdıklarımı sırf onlar için yazılmış sanmasın. Elbette onları dışta tutmuyorum. Ama sözüm bu ülkenin kaderinde söz sahibi olup da, kötüye gidişin önüne set çekemeyen herkesedir.
Zaman hiç lehimize çalışmadı… Olumsuzluklar, insanımızla mutluluk arasına bir perde indirdi ve o perde bir türlü kalkmıyor. Bu olumsuz ruh halini bir an önce geride bırakmanın dışında seçeneğimiz yok.