Hasan Kahvecioğlu

Çakurmas ve derin devlet operasyonları…

Soğuk, yağmurlu bir kış günüydü…

Takvimler 13 Aralık 2000’i gösteriyordu…

Panikos Usta, Van aracıyla Pergama geçiş noktasına doğru ilerliyordu.

Bu; onun günlük rutiniydi.

Barikatın yakınına kadar gelir, yanında çalışan Kıbrıslı Türk işçileri alır, inşaatlarına dağıtırdı.

O dönemde, Türk ve Rum kesimleri arasında geçişler yoktu.

İşsiz gençlerimiz, “Asal Şube” önünde uzun kuyruklar oluşturarak askeri makamlardan birkaç gün süreli “özel izin” alıyor ve Rum kesimine çalışmaya gidiyordu.

“Çakurmas” diye bilinen Panikos, inşaatlarında Türk işçi çalıştıran az sayıdaki Rum müteahhitten biriydi.

O sabah saat 05.30 dolaylarında Pile köyünden Pergama köyüne doğru gelirken, yol içinde aniden aracının önünde birileri belirdi ve onu durdurdular.

Burası; egemen İngiliz Üsleri toprağıydı ve kendisinin yolunu kesenlerin kimler olduğunu anlayamamıştı.

“Derin operasyonu” yürütenler, Çakurmas’ı, aracından dışarıya çıkardılar ve alıp götürdüler.

Aracının kontağını bile kapatamamıştı. Yağmur yağıyordu ve cam silecekleri çalışır vaziyetteydi.

Demek ki, Çakurmas’ı kaçıranların acelesi vardı.

Arkasından başka bir iş aracıyla onu takip eden kardeşi de ne olduğunu anlamamıştı. Çakurmas’ın aracını kontrol etti. Çantası ve cep telefonu koltuğun üzerindeydi.

Aradan saatler geçiyor, Çakurmas’tan haber alınamıyordu.

Bir süre sonra Türk Polisi bir açıklama yaptı…

Çakurmas, “1.5 kilo eroinle yakalanmış ve göz altına alınmış”tı.

Mahkemeye çıkarıldı, tutuklandı ve hapse atıldı.

İddia şuydu: “Çakurmas, aracını işler vaziyette bırakmış, 500 metre çamurlu tarla içinde yürümüş, önüne çıkan 4 metre genişliğindeki içi su dolu hendeği geçerek, 1.5 metre yüksekliğindeki çitleri aşmış ve bir zeytin ağacının altına 1.5 kilo eroini bırakırken, suçüstü yakalanmıştı.”

Kimse, bunun bir “derin devlet” operasyonu olduğunun farkına varamamıştı.

Ancak; operasyon çok “ahmakçaydı” ve bunu planlayanların “zekâ”sını ele veriyordu.

İngiliz Yüksek Komiserliği, kendi egemen toprakları içinde yer alan bu olayı geçiştirmek niyetinde değildi.

Özel köpeklerle Çakurmas’ın aracını didik didik ettiler. Uyuşturucu taşındığına ilişkin hiçbir “ipucu” yoktu.

Arazide tatbikat yaptılar. O yağmurlu havada, çamurlu tarlada 500 metre yürüyen Çakurmas’ın hiçbir “ayak izi” yoktu. Tam tersine aracın hemen dışında ayak izleri bitiyordu.

Hele 1 metre su dolu, 4 metre genişliğindeki dereyi ve 1.5 metre yüksekliğindeki çitleri aşması mümkün değildi.

Sunulan argümanlarda bol bol “yalan” vardı.

“Derin devlet” operasyonu yüzüne gözüne bulaştırmıştı.

İngiliz Yüksek Komiserliği, konuyla ilgili; belgeli, fotoğraflı rapor hazırlamıştı.

O günlerde, 1999 yılı başında kurulmuş ve ömrü 29 ay sürmüş olan UBP-TKP koalisyon hükümeti görevdeydi.

Mustafa Akıncı da “Başbakan Yardımcısı ve Turizm Bakanı”ydı.

Çakurmas’ın tutuklandığı gün, bir ciddi gelişme daha yer almıştı. Türk tarafı 5 tur süren “dolaylı görüşmeler”den çekilmiş ve masaya oturmak için “KKTC’nin tanınmasını” şart koşmuştu.

Yani; bugünkü “ayrılıkçı” politikanın aynısı tam 24 yıl önce sahaya sürülmüştü.

Akıncı; bu politikanın büyük tehlikeler içerdiğine, “Rum tarafının AB’ye tek taraflı üye olmasını sağlayacağına” dikkat çeken bir yazıyı TC Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, Dışişleri Bakanı’na göndermişti.

Tabii, hiç kimse bu yazıya yanıt verme “nezaketini” bile göstermemişti.

O günlerde TC Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Kıbrıs’a geldi ve Başbakan Derviş Eroğlu ve Yardımcısı Akıncı ile ortak bir toplantı yaptı.

“Sizi dinlemeye geldim. Ne yapalım?” diye sordu…

Akıncı, daha önce TC yetkililerine gönderdiği ve yanıt alamadığı yazıyı tane tane İsmail Cem’in yüzüne okudu.

Sonuna yaklaşınca da “Siyasetçi olmaktan önce insanım” diyerek Çakurmas olayını anlattı.

Bir süre sonra; Çakurmas serbest bırakıldı.

Çakurmas’ın “kaçırılmasından” önce aynı bölgede bir Kıbrıslı Türk, Rum polisi tarafından “uyuşturucu”yla yakalanmış ve 10 yıl hapse mahkûm edilmişti.

Bir süre sonra, o da Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Klerides tarafından affedildi ve serbest bırakıldı.

Yani, Türk derin devleti “misilleme” yapmıştı.

O günlerde, tıpkı bugünkü gibi, “milli dava” bir “imkânsız” talepten oluşuyordu…

Türk tarafı “KKTC tanınsın, 2 devlet konfederasyonda buluşsun” diyordu.

Cumhurbaşkanı Denktaş; Eroğlu’nu da, Ertuğruloğlu’nu da istemiyordu. “İstifa etsinler” diyordu.

Tahsin Ertuğruloğlu ise “Denktaş’ın, kâbus gibi ülkenin başına çöktüğünü ve gitmesi gerektiğini” söylüyordu.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu