Hasan Kahvecioğlu

Devlet mi? Cemaat mı? Ümmet mi?

Serhat soruyor:

“Biz hep ve her zaman mı bozuktuk? Yoksa yeni mi bozulduk?”

Şener soruyor:

“Siz söyleyin şimdi, kurtarıldık mı?”

Aslında, 1974’ten itibaren, yani Şener’in dediği gibi “Anadolu’ya yol bağladıktan sonra” uzunca bir süre “kurtarıldık” duygusu toplumsal yaşamda güçlüydü…

Ganimet sarhoşluğunda, o müthiş üleşme döneminde “belâ oldular başımıza” diyenlere kimse aldırış etmedi…

Şimdilerde ise “kurtarıcı”nın gözetimindeki “bozulma”ya akıl erdirmeye çalışıyoruz.

Soruyoruz kendi kendimize…

Hep ve her zaman bozuk muyduk?

Gerçek şu ki; bu coğrafyaya “doluşan” nüfus, “uluslararası hukuk” açısından başımızda ciddi bir “bela”dır.

Ama bir başka gerçek daha vardır ki bu nüfus; nitelik bakımından “yaşam kalitesi”ni aşağılara çekmekte ve giderek “başbelası” olmaktadır.

“Kaybedilen Kıbrıs davası”nın derinliklerinde yatan asıl nedenlerden biri budur.

“Demografik yapı”nın DNA’sı “taşıma nüfus”un işgali altındadır.

“Kendigelen”lerin; siyasal, ayrılıkçı etkileri, toplumsal dengeleri hırpalarken, ülkenin “toplam kalitesi” yerlerde sürünmektedir.

Burası artık, üniversite “Bölüm Başkanı”nın 7 öğrencisine cinsel saldırı ve cinsel tacizde bulunabildiği bir “üniversiteler ülkesi”dir.

Burası artık; banka şube müdürünün 8 müşterinin hesabında oynama yaparak 1 milyon 300 bin Sterlin ve 30 bin Euro parayı çalabildiği ve tümünü bahis ve kumarda harcayabildiği bir yerdir.

Artık bu coğrafya;

31 yaşındayken, küçük kızla cinsel ilişkiye girenlerin, hapislik cezasından kurtulmak için aklına gelen ilk “sığınak”tır.        

Kendisinden 20 yaş küçük kız çocuğuna cinsel istismarda bulunanların ekmek yediği bir yerdir.

Kardeşinin 12 yaşındaki kız çocuğuna beş yıl boyunca tecavüz edenlerin siyasilerle haşır neşir olduğu bir mekândır.

Artık bu coğrafya; bakıcılık yaptığı evdeki çelik kasayı açıp ekmek yediği ailenin, ziynet eşyalarını, çeyrek altınları toplayanların mekânıdır. 

Artık bu coğrafya; Akdoğan, Dikmen, Cihangir, Bostacı, Korkuteli, Çayönü, Dilekkaya ve Görneç köylerinden tam 45 tane hayvanı çalıp kasaba götürenlerin at oynattığı bir yerdir.

Artık bu ülke; büyükbaş hayvan mandırasını basan, çiftliğe çökmeye çalışan, 40 milyon TL. haraç talep eden eli silahlı çetelerin fink attığı bir yerdir.

Başkasına ait aracı sahte vekâletname düzenleyerek satan ve 20 bin sterlin alan kişiyle, 520 bin Sterline kendisine ait olmayan taşınmazı satan kişi de bizimle birlikte yaşıyor bu topraklarda…

Kuyumcudan aldığı altınları sahte dolarla ödeyen kadınların, ayrılmak isteyen sevgilisini demir çubuk ve tahta sopayla vurarak darp eden erkeklerin var olduğu bir yerdir burası…

Buraya artık gelen “turist”lerin valizlerinden mermiler çıkmaktadır.

Sütyeninden 2500 adet uyuşturucu hap çıkan “turistlerimiz” de vardır, masajda terapist kadına cinsel organını gösteren de…

Dört yıldır burada kaçak yaşayan uyuşturucu satıcısı mı istersiniz, devrilen beton mikserlerinde can verenler mi? Yoksa, mangalda “Ben de Kıbrıslı gibi kebap yapayım” derken kendini yakan 30 yaşında koca koca adamlar mı?

Keyfi gelince gecenin bir yarısında silahını çekip havaya 6 el ateş açanlar var bu topraklarda, gazete kurşunlayan çeteler de…

Tabii; bu “renkli” nüfusumuza, son yıllarda üçüncü dünya ülkelerinden sahte belgelerle insanları buraya getiren insan kaçakçılarını da ekledik.

Nijeryalılarla, Kamerunlular artık burada “çete” kurabiliyor, güneye insan kaçırma işlerini yerlilerden çok daha profesyonel biçimde organize edebiliyor.

Peki biz ne yapıyoruz?

Pergama patatesi yerine Samsun patatesi yerken, Çam Kese Böceği nedeniyle Kızılçam ormanlarında çamların kitlesel ölümlerini seyrediyoruz…

Burası artık; trafikte seyreden ve polis tarafından kontrol edilen her 3 araçtan birinin sürücüsünün suç işlediği bir yer oldu.

Bir haftada 4 kişinin “Elektrik akımına kapılarak hayatını kaybettiği” iş cinayetlerinde dünya rekoruna koşan bir ülke…

Sahte diploma pazarlayan üniversitelerin “cenneti” burası…

Yoğun Bakım ünitelerinde boş yatak olmayan, eczacıların satacak ilaç temin edemediği,

ülkede toplanan Kurumlar vergisinin yüzde 52’sinin 33 gazinodan toplandığı bir yer burası…

2 adet armutun 55.06 TL.’ye satıldığı…

İşlerin doğru gittiğini düşünenlerin oranının yüzde 14.91 olduğu…

Hükümetten memnun olduklarını söyleyenlerin oranının yüzde 14.6’larda seyrettiği bir ülke…

20 günlük bebeğe, mamasına su yerine saf alkol karıştıranların, bebek ölümüne ve 6 bebeğin entübe olmasına yol açanların sağlık sisteminde yer alabildiği bir ülkesi burası…

50 yıldan beri yıktığı, yaktığı, talan ettiği, ganimetlediği bir hayalet kenti ziyarete açarak “4 yılda 2 milyon 200 bin kişi burayı gezdi” diye övünen ve törenle bu kara tabloyu dünyaya ilan eden, “KKTC bir marka olarak kendini kabul ettirdi” diyebilen politikacıların siyaset yapabildiği bir yarım ülkedir burası…

Gerçekten marka mı olduk, yoksa “arka bahçe” mi?

Devlet mi olduk, yoksa “alt yönetim” mi?

Cemaat mı, yoksa ümmet mi?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu