Gemikonağı cinayeti ve “hukuk devleti”…
Osmanlı Sadrazamlarından Koca Mehmet Ragıp Paşa’nın tarihe geçmiş, çok değerli bir sözü var…
“Şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler.” Yani, Mısırlı; yiğitliğini, mertliğini anlatırken, aslında hırsızlığını söyler… Yaptığı hırsızlığı bir “haslet” gibi, övünülecek bir yetenek gibi sunar… Oysa; övündüğü “icraat” aslında olumsuz, kabul görmeyen bir davranıştır…
Polis’in, Gemikonağı’nda geçen Cumartesi akşamı yaşanan “cinayet”le ilgili bir hafta sonra açıklama yapması, tam da Osmanlı Sadrazamı’nın 18. Yüzyıl’da söylediği bu “deyim”i akla getiriyor…
Çok acı verici, dramatik bir şekilde öldürüldü Naveed Akbar… LAÜ öğrencisi nişanlı genç, deniz kenarında arkadaşı ile bankta oturduğu bir sırada, alkollü olduğu iddia edilen bir “askeri personel”in kullandığı aracın çarpması sonucu yaşamını yitirmişti. Araç, şiddetli çarpma sonucu öğrenciyi biçtikten ve ölümüne neden olduktan sonra da denize uçmuştu…
Elbette bu; bir “trafik kazası” değildi… Apaçık biçimde bir cinayetti… Ancak Polis, adam öldüren kişiyi tutuklayamadı… Mahkemeye çıkaramadı… Yani, Anayasasında “hukuk devleti” yazan KKTC, çuvalladı…
Pakistanlı öğrenciler bir haftadır sokaklardaydı… “Adalet” diye bağırıyorlardı… Kimse seslerini duymadı… Lefke’deki sivil toplum örgütleri de sokağa çıkınca, siyasilerden beklenen açıklama nihayet Polis’ten geldi…
Ne diyor Polis açıklaması? “İvedilikle tahkikat dosyasını Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdik.” Bravo… Demek ki Polis görevini yaptı… Nedir görevi? Adam öldüren biri “askeri personel” ise, dosyasını hazırlayıp Ankara’ya göndermek…
Nereden alıyor bu yetkiyi? Ya da bu yetkisizlik nereden kaynaklanıyor?
Polis’in yanıtı şu: “mevcut mevzuat, protokol ve/veya usul ve esaslar” Demek ki, polisin elini kolunu bağlayan mevzuat var, protokol var, usul ve esaslar var… Bu yüzden zanlıyı “yargı”ya havale etmek gibi bir “işlev” yerine şu müjdeyi verdi: “İlgili makamlar arasında sürece ilişkin gerekli bilgi alışverişi yapılacaktır.”
Dosyayı hazırla… İvedilikle Ankara’ya gönder… Bilgi alış verişini sürdür… Dünyadan “uluslararası eşit statü” talep eden “devlet”in Polisinin düşürüldüğü duruma bakın…
Yalnız Polis mi? Yargı da es geçildi… Biliyoruz ki; 1974’ten beridir, bir “asker” suç işledi mi, Polis onu tutuklayamaz, sorgulayamaz, mahkemeye çıkaramaz…
Bu konuda “devlet” devletliğini anında bir kenara atmaya hazırdır… Siyasetimiz de, medyamız da, halkımız da buna alışmıştır… Özellikle medyamız bu konuda çok kez “maskara” olmuştur…
Sıradan bir trafik kazasını bile “asker” yapmışsa, orada durur; on kere düşünür, “oto sansür”le işgal edilmiş beyni adeta “mangos” olur…
Yazsam mı, yazmasam mı? Sonunda, haberi yazsa bile “asker”i gizlemek zorunda kaldığı için, kaza haberi tam bir “muammaya” dönüşür… Okuyucu, bulmaca gibi bir “haber”le baş başa kalır…
Gazeteci ise okulda okuduğu “5 N 1 K” prensibini masanın altına sıyırır… Bu konuda çok örnekler var. Hatta bir arkadaşımız “Vatandaş, Sahil Güvenlik’ten önce olay yerine vardı” diye yazmıştı da ertesi sabah, ilgili bir “subay”dan fırça yemişti…
Ne demek, askerden önce halk olay yerine gidecek? İyi ki “askerin manevi şahsiyeti” diyerek aleyhine dava açılmamıştı… Aslında “normal” bir ülkede böyle bir olay yaşandığında, öncelikle “Ulaştırma Bakanı” bu cinayetin olduğu yerdeki “çarpıklık” nedeniyle binlerce özür diler, derhal istifa ederdi…
Oysa bizimki; Bişkek’te “Tanrı dağlarına veda ederken” diyerek kısa pantalonlu tatil fotoğrafı paylaşıyor…
Hiçbir “devlet” yetkilisi ise, bunca protestoya karşın “gık”ını çıkarmadı… Bu “atanmış”ların hiçbiri, “lokomotif sektör” yüksek öğrenim üzerinden bile olayı okumayı denemedi…
Özellikle Silihtar’da oturan siyasetçinin “hassas yüreği” söz konusu “asker” olunca, taş kesildi… Hiçbir girişim yapmadı, hiçbir açıklamada bulunmadı…
Devre dışı bırakılan “devlet” Pakistanlı çocukların yürek yakan feryatlarını da dinlemedi, duymadı… Elli yıldan beridir, ne yazıktır ki bu böyle… Baştan aşağıya “tutuk” davranan, “mahcup” olan bir yapı… Oysa şeffaflık bu konuda en iyi çözüm değil miydi?
Bu asker, polis tarafından tutuklansa, aleyhine dava getirilse, mahkemeye çıkarılsa dünya batar mıydı? “Türk askerinin manevi şahsiyeti”ne halel gelir miydi? Elbette hayır… Hatta; hem siyaset kurumu, hem de askeri makamlar böyle bir “şeffaflık” sergiledikleri için, suçluyu adalete teslim ettikleri için takdir görürlerdi.
Ancak şimdi ne oldu? “İki devlet” diye yırtınanların üzerleri bir kez daha çizildi…
Polis aciz bir kurum damgasını yedi… Adalet yarım kaldı… Bu “asker”in burada yargılanması, kime ne zarar verebilirdi ki?
Suç işlemiş bir kişinin, TC’nin tanıdığı “devlet”in sınırları dışına çıkabilmesi, Ankara’da tutuklanması, yargılanması çok büyük bir “zafiyet” göstergesidir. Böylesine bir “zafiyet”i sergileyen devlet, askeri makamlar, polis, Ulaştırma Bakanı, üniversite ve yüksek eğitim hepsi yara almıştır. Oysa; birbirini tanıyan iki devlet arasında bu tür sıkıntıları esaslara bağlamak hiç de zor değildir.