KTÖS, “Gelecekte ne olacağına” ilişkin uyarıyor…

Onbinler sokakta…
Bu direnişin, 2004 ruhunu dirilttiği görülüyor.
İnsanımız; çocuklarının ve torunlarının geleceğine ilişkin karanlık emellerin farkında…
Bu ciddi katılımlı protestolar; sıradan bir maaş, mesai, özlük hakkı gibi sendikal eylemlere benzemiyor…
Burada bir toplumun “geleceği”ne yönelik bir dayatmaya karşı çıkmak söz konusu…
Herkes; sağcısı, solcusu, ortacısı bu “dayatma”nın nereden geldiğini, kimin bu gerici saldırıya boyun eğdiğini anlamış bulunuyor…
Bu ülkenin “munis” insanları; çağdışı, cahilce, üstelik şiddet kokan, tehdit kokan “ağızlar”la dalaşmak zorunda bırakılıyor…
Bu topraklardan başka gidecek yeri olmayan gerçek yurtseverlerin “hassasiyetleri”ne tecavüz ediliyor.
Kendi vatanımızdan bizi “kovmaya” yeltenenler bile var.
Sosyal medyada bir “cinnet hali”dir gidiyor…
Şimdi artık herkes anlamıştır ki, bu “ani” buyruğu, iştahla yerine getirmekte tereddüt etmeyen, sıkılmayan, boyun eğen, diz çöken ama yüzünde zerre kadar bir renk değişikliği belirmeyen birçok mahalle politikacımız varmış…
Kızarmış bir yüzle ortaya çıkıp “Anavatan böyle ister, ne yapalım?” deseler çok daha dürüst davranmış olacaklardı…
Belki çok az da olsa bazılarımızı bu argüman sayesinde kandırabilirlerdi…
Muhafazakâr, statükocu kesimden “naabacan, bıçağa yumruk vuruluuuuur…” gibi soru işaretsiz tepkiler de alabilirlerdi…
Ama ne yaptılar?
AKP’ye boyun eğerken kendi toplumlarına efelendiler…
Hele o Nazım Çavuşoğlu’nun, ekranlarda pedagojiden habersiz, tarikat aşığı bir edayla konuşması yok mu?
Evlerde bu tüzüğü destekleyen yüzbinler varmış…
Çavuşoğlu, bu cümleyle elbette Kıbrıslı Türkleri kastetmemiştir.
Bizler; 2 tane bile “yüzbin” değiliz bu topraklarda…
Birbuçuk “yüzbin” bile değiliz…
Ama birkaç yüz Kıbrıslı’nın yaşadığı Topçuköy’den çıkan siyasetçi, İskele’de oluşturulan “demografik avantaj”la bize gözdağı veriyor…
Haksız mı?
Ersin Bey de İskele’deki “taşıma nüfus”la seçtirilmedi mi?
Oraların “yüzbinleri” ile bizi korkutacak noktaya geldiler.
Kendi köyüne, kendi toplumuna değil, İskele’nin “taşıma” yüzbinlerine güveniyor…
“Sonradan gelme”lerden medet umuyor…
Tabii, zerre kadar “itibarı” kalmayan partisinde de “başörtülü ortaokul çocuğu”na tahammül gösterebilecek bir yığın mahalle siyasetçisi olduğu için bunu yapabiliyor…
AKP’nin ikide bir “tokadı” ile yerlere serilen bu partinin belli ki “takadı” tükenmiş, Türkiye’nin Saray rejimi karşısında mecali kalmamıştır.
Bu partide kimsenin, eğitime vurulan bu gerici darbeyi görmek istememesi, buna katlanması, gıkını çıkarmaması sanırım “akıl tutulması” ile bile yeterince izah edilemez.
Ondan da öte bir şeydir bu…
Oysa; UBP’de birkaç vekil çıkıp “Bu siyasal İslam’ın dayatmasıdır, kabul etmiyoruz” dese, dengeler nedeniyle çok etkili olabilirdi.
İki haftadan beridir şunu söylüyorum:
Bir an için; laikliği de, Atatürk’ü de konuya dahil etmeyelim…
Türban, ya da başörtüsü yandaşı ve karşıtı tartışmasını da bir kenara koyalım…
Olaya yalnızca “çocuk odaklı eğitim” açısından bakalım…
Sınıflarımızda “başını” örten çocuğun uğrayacağı “akran zorbalığını” hiç hesap ettiniz mi?
Başını örten çocuk; kafasında bir “dinsel sembol” taşıyacaktır.
Diğer Müslüman ailelerin çocuklarından, “daha çok Müslüman” olduğunu iddia eden bir “görünüm”dür bu…
Bu çocuk; beden eğitimi derslerinde ne yapacaktır? Öğretmenler o çocuğun “ayrıcalığa” uğramaması için nasıl bir çözüm bulacaktır?
Bu öğrenci, 23 Nisan kutlamalarında ne yapacaktır? Sınıfındaki bir erkek çocukla dans gösterisinde yer alabilecek midir?
Yoksa, başı “kapalılar” için ayrı hep kızlardan oluşan danslar mı icat edilecektir?
Bir çocuğu, birçok eğitsel faaliyetten “muaf” tutmak onun kişisel gelişimine yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Tabii; bu tartışmanın açtığı en büyük yara, Erhan Arıklı’nın kazıdığı, tahrik ettiği “Türkiyeli-Kıbrıslı” çatışmasının yeni bir “zemin”e kavuşması oldu.
Adam; eğitime ve çocuğa yapılan bu iğrenç müdahaleyi fırsat bilerek, “Ayşeyi seviyoruz”a kadar uzandı, kendi ülkesinin Büyükelçisine dalkavukluk yapma kurnazlığıyla kendi sepetine oy devşirmeye çalıştı.
Bu adam, daha başka provokatif eylemler yapacağına dair işaretler de verdi.
Kıbrıslı Türkler bu adamı ve karanlık çabalarını artık anlamıştır.
Öğretmen sendikalarının eylemleri bu yüzden en geniş toplumsal desteğe sahiptir.
KTÖS ve KTOEÖSendikası’nı çok kararlı görüyorum.
“Mücadeleyi ileri taşıyacağız, başaracağız” diyor, KTÖS Genel Sekreteri Burak Maviş…
Çünkü, “gelecekte ne olacağını biliyoruz” diyor.
Toplum da bunu biliyor ve bu yüzden bu savaşım mutlaka kazanılmalıdır.
Burak Maviş’in ağzından çıkanlar kulağımıza küpe olsun…
Asıl tehlikeyi işaret ediyor ve şöyle diyor: Gelecekte (yani bunu başarırlarsa) kız ve erkek öğrencilerin aynı sınıfta olmasına karşı çıkacaklar, okullara “manevi danışman”, “abi/abla”, tarikat temsilcisi sokacaklar, kız çocuklarını okula değil, kaçak kurslara ve yurtlara yönlendirecekler, çocuk yaşta evlilikleri meşrulaştırmaya çalışacaklar…”
Elbette bu bir kehanet değil. AKP Türkiye’de yaptıklarını buraya taşıyor.
Bu gerici dönüşüme karşı çıkmak her Kıbrıslı’nın görevi ve gelecek nesillere karşı sorumluluğudur.