Onların Ursula’sı varsa, bizim de Gambiyamız ve timsahımız var…
Rumların işgali altındaki “Kıbrıs Cumhuriyeti” AB’ye katılımının 20. yılını törenlerle kutluyor.
Biz ise “Annan Planı”nın 20. yılında “kaybettiklerimizi” konuşuyoruz…
Hristodulidis, “Kıbrıs”ın AB’ye girmekle daha güçlü bir ülke olduğunu” söylüyor.
Bu “katılımı” tarihteki en büyük siyasi ve diplomatik başarı olarak niteliyor.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Mart ayında Kıbrıs’taydı.
Geçen hafta yeniden geldi. Kutlamalara katıldı.
Artık AB üst düzey yetkilileri Türk tarafına geçmeye gerek bile görmüyor. Bizimkiler de böyle bir “talepte” bulunmuyor.
Sayın Tatar’ın Avrupa diye bir derdi yok zaten…
Bu günlerde Gambiya’da mahallede futbol oynayan çocuklarla fotoğraf çektiriyor, timsahın kuyruğundan tutup çekiyor…
Biz bu AB trenini 22 yıl önce reddetmiştik. Siyasetimizin şahinleri ilk “mızıkçılığı” Kopenhag’ta sergilemişti.
2002 yılının Aralık ayıydı…
Bundan tam 22 yıl önce…
Kopenhag’ın şehir merkezinde, “Stroget” meydanındayız…
Dondurucu bir soğuk var…
Kıbrıs’tan oraya giden, birkaç gazeteciyiz…
Kıbrıslı Türkler yollara, sokaklara dökülmüş, Kopenhag’tan gelecek bir “evet”i bekliyor…
“Sponsorlu gazeteciler” ile benim gibi “sponsorsuz” gazeteciler hepimiz “Medya merkezi”nde haber peşinde koşuyoruz…
Bir ara, kaşla göz arasında, yanımdaki birkaç arkadaşın, aralarında fısıldaştıktan sonra, ortadan kaybolduğunu fark ediyorum…
Sağıma, soluma bakıyorum, bizden kimse yok…
“Haber atlatma” derdinde herkes…
Kıbrıs’a “müjdeli haberi” ilk kim verecek acaba?
Türkiye’den Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Mehmet Ali Birand; hepsi orada…
Onlarda da olağan dışı bir hareketlenme gözlemliyorum…
Sorup soruşturuyorum; yahu bizimkiler ortadan kayboldu, nereye gittiler diye…
Bir TC’li gazeteci dostum “Abdullah Gül, az sonra basın toplantısı yapacak, oraya gittiler” diyor.
“Medya Merkezi” adeta labirent gibi…
Yüzlerce gazeteci, oradan oraya koşuşturup duruyor…
Daracık koridorlar, küçücük odalar, kocaman bilgisayarlar, yayın araçları, yemek büfeleri…
Hepsini geride bırakıp, Abdullah Gül’ün bulunduğu salonu arıyorum…
Upuzun, daracık bir koridorda ilerlerken, bir de ne göreyim?
Karşıdan, yanında birkaç kişiyle birlikte AKP Genel Başkanı, yasaklı Recep T. Erdoğan geliyor…
Hemen önünde dikiliyorum… “Efendim” diyorum “İmzalar atılıyor mu?”
Sayın Erdoğan bir bana bakıyor, bir de yanındakilere…
“Hayır” diyor… “Bugün imza yok…”
İşte binlerin, onbinlerin Kıbrıs’ta beklediği “haber”
Koridorda gelip beni buluyor…
Hem de “kara haber…”
Koşarak, bir uygun “basın odası”na giriyorum ve “SİM FM”e bağlanıyorum…
Meğer o an; Kuğulu Park’ta toplanan büyük kalabalık, hoparlörden; canlı yayınları izliyormuş…
Benim verdiğim bu “kara haber” o gün, umutla Kopenhag’tan gelecek olumlu haberi bekleyen herkesi büyük bir “hayal kırıklığı”na uğratmış…
***
BM Genel Sekreteri Kofi Annan 11 Kasım 2002 günü, iki tarafa bir plan sunmuştu.
Türkiye’de, bir hafta önce seçimler yapılmış, AKP iktidara gelmişti. AKP planı kucağında bulmuştu.
Denktaş, Klerides’le görüşmek üzere Ekim ayında New York’a gitmiş, orada çok ciddi bir ameliyat geçirmişti. Denktaş tam 67 gün sağlık sorunları nedeniyle orada kalmıştı.
Rum tarafı, AB Zirvesi’nin yapılacağı Kopenhag’tan “tam üyelik” için ışık bekliyordu.
Türkiye ise, AB’den katılım görüşmeleri için “tarih” almayı hedefliyordu. Başbakan Abdullah Gül, planı “görüşülebilir” bulduğunu açıklıyordu.
BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro de Soto, her iki tarafa da plan üzerinde istedikleri değişiklikleri sordu ve planın 2. versiyonunu taraflara yeniden sundu.
BM; Kıbrıs’ın bir “bütün” olarak AB’ye girmesini istiyordu. AB’nin de “tercihi” de buydu.
BM; tarafları Kopenhag’a çağırdı. Orada, AB zirvesinden önce, taraflardan planın ilk 2 sayfasında yer alan temel prensiplere ilişkin bir “imza” almak istiyordu. Böylece AB Zirve Sonuç Bildirisi’nde Kıbrıs’ın “birleşik” olarak AB’ye katılacağı ilan edilecekti.
Denktaş, sağlık sorunlarını gerekçe göstererek oraya gitmeyi reddetti.
Yerine Tahsin Ertuğruloğlu’nu gönderdi. Kendisine “Hazırlan benim yerime Kopenhag’a sen gidiyorsun” dediğinde, Ertuğruloğlu, “Oraya bir şartla giderim. İmza varsa gitmem.” dedi. Denktaş’ın yanıtı; “İmzalanmasın diye sen gidiyorsun.” oldu…
Ertuğruloğlu, 3 gün boyunca Kopenhag’ta BM yetkilileri ile dalga geçti. Onları oyaladı. AB Zirve Bildirisi’ne girmesi için akıl almaz “şartlar” ileri sürdü. Sonuçta imzalamadı tabii…
Kopenhag’ta Türk tarafı, Rum tarafını, böylece tüm Kıbrıs’ı temsilen “iteleye iteleye” AB’ye soktu.
Sonuçta 24 Nisan 2004’teki referandumda Kıbrıslı Türkler, yüzde 64 oy oranıyla plana “evet” dedi.
Dünyanın tanıdığı, BM’nin onayladığı, uluslararası hukuk çerçevesindeki tek “toplumsal irade” beyanımız budur.
Bu irade güçlü biçimde yerinde durmaktadır. Bunun dışındaki “hayali, içi boş, imkânsız teoriler” toplumu kandırma çabasıdır.
CTP’nin “Annan Planı, 20. Yıl” panelleri çok yerindeydi. Annan Planı’nı unutturmamalıyız.