İskele’ye bakın, KKTC’yi anlayın
Ünlü Alman filozof Nietzsche’ye göre, dünyada iki türlü insan vardır; Bilmek isteyenler ve inanmak isteyenler.
Sanırım toplum olarak biz, bugüne kadar daha fazla, inanan tarafta olduk.
İnanarak geldiğimiz bugünkü noktanın, bu zihniyetle, geleceği olmadığı ise toplumun geneli tarafından kabul edilen ortak görüş.
Mevcut sistem içindeki yanlışlıklar, sürekli eleştiriliyor.
Peki yanlış olan sistem mi?
Sistemimizi oluşturan tüm unsurların işleyişinde, karar verici özne insandır.
Dolayısı ile, idari zihniyetten veya bilgi eksikliğinden kaynaklanan yanlışları, sisteme bağlı noksanlık veya problemler olarak göstermek, gerçeklikten, fazlası ile uzak bir yaklaşım olur.
Gerek ülke, gerekse buna bağlı ekonomik yapının seviyesi ve sürdürülebilirliği, insan kaynaklarının, bilgi seviyesi ile paralel ilerler.
Bizde ise buna ek, her insanda olması gereken, ahlak ve dürüstlük, aranan nitelikler arasına girmiş durumda.
Bu noktada, toplum olarak, öncelikli sorgulamamız gereken, ne kadar bilgi toplumu olduğumuz ya da bilgiye verdiğimiz itibar yanında, ahlak ve dürüstlüğü de ne kadar sorguladığımızdır.
Normal işleyişte bilgi öngörüyü, öngörü de istikrar ve sürdürülebilir yapıyı oluştururken, bizde ise kişisel çıkarlar, sisteme yük olurken, bırakın geleceğimizi, bugünümüzü, sürekli kaoslar içinde yaşamamıza sebebiyet veriyor.
Son dönemde bu duruma en güzel örnek ise İskele bölgesi.
Emirname ile imar planı arasına sıkışmış, kişisel rantın öne çıktığı, doğru planlama ile katma değer yaratma potansiyeli yüksek bir gelişim bölgesinin, nasıl lağım çukuruna dönüşebileceğinin örneği durumunda.
İskele’nin bu duruma gelmesinde ise yerel yönetimden, KIB-TEK’e, müteahhitlerden, devletin yetkili izin kurumlarına kadar her makam el birliği ile bugünkü kaosu birlikte başarmış.
Belediye kendisine kiralanmış sahil şeridindeki araziyi, kendine kiralanan sürenin üzerinde başka bir şirkete kiralayabiliyor, arazinin imar limiti yaklaşık 100 metrekare iken, şu anda 2000 metrekare üzerinde bitmiş bir yapı orada duruyor.
Ruhsatsız ve yeterli altyapısız yüzlerce bina rahatlıkla imar edilebilip, uluslararası pazarlaması yapılırken, doğaya ve insan sağlığına yapılan tahribat düşünülmüyor.(ekonomik yönü tümü ile ayrı bir tartışma konusudur ve bu konuyu ayrıca işleyeceğim)
Bölgede, yeni el değişip faaliyete geçmiş, imar bağlantılı tüm ruhsatları tamam olan bir hotel, şebekeden enerjisinin ancak yüzde otuzluk kısmını alabilirken, geri kalan ihtiyacını ancak 24 saat çalışan dizel jeneratörlerden karşılayabiliyor.
Merak edip konuyu, enerji konusunda yetkili bir arkadaşıma sordum. Aldığım yanıt; Alırken sorunlu olabileceğini bilmesi gerektiği yönünde oldu. Bende dönüp, her türlü izni alınmış olduğu görülen bir yapıda bunu kimse sorgulamaz dediğimde. Burası KKTC, altyapı yetersiz olsa da bu izinler, bir şekilde verilebilir. O binanın bahse konu işlerini kimin yaptığına,, akrabalık ilişkilerine bakılsın, sorunun cevabını bulursun dedi.
İşin özü, KKTC’de vize almış yapının izinlerine de güvenmeyeceksiniz.
Toplamında bakıldığında İskele bölgesi daha büyük bir alanı kapsasa da, sorunların büyük çoğunluğu 10 kilometrekarelik bir alanda bile değildir.
İskele’de 10 kilometrekare alana iyice bakılırsa KKTC’deki her türlü çarpık ilişkiyi barındırdığı görülecektir.
Yolsuzluk var, usulsüzlük var, kişisel rant var. Kısaca olmaması gereken ne varsa İskele’de var.
İskele’yi bu zihniyetle, yeni Maraş değil, ancak Girne gibi kurban ederiz.
İnanmak isterseniz, kalkındığımıza inanmaya devam edin ama bilmek istiyorsanız, geleceğimizden yerken, tükeniyoruz.