Rakamlar her zaman ‘doğru’ söylemez

Ülke ekonomisini değerlendirirken, salt rakamlar üzerinden, yorum yapmak bizi sonuca ulaştırmaz.
Rakamlar da yalan söyleyebilir, ya da, daha farklı bir tanımlama ile rakamlar ile gerçek hayat ilişkisinde, bir bozukluk vardır.
Rakamlarla, gerçek hayatın paralelliği ise, iyi bir idari planlama ve uygulamadan geçer.
***
Kişi başına düşen Gayri Safi Yurt İçi Hasıla, ülkelerin refahını ölçmek için kullanılan, küresel bir ölçüdür ve ekonomistler tarafından, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla ile birlikte, bir ülkenin ekonomik büyümesine dayalı olarak refahını analiz etmek için kullanılır.
En temel yorumuyla, kişi başına GSYİH, o ülkede yaşayan her bir bireye, ne kadar ekonomik üretim değerinin düştüğünü gösterir.
Sosyal devlet anlayışının oturmuş olduğu ülkelerde, kişi başına düşen GSYİH değeri aynı zamanda bir refah ölçüsü olduğundan, bir ulusal zenginlik ölçüsü anlamına geldiği söylenebilir.
***
KKTC, İstatistik Kurumu verilerine göre 2019 yılında, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla toplamı 21 milyar 394 milyon Türk Lirası olarak gerçekleşirken, yine kurumun verilerine göre, kişi başına düşen Gayri Safi yurt içi hasıla ise 12,649 Amerikan Doları olarak gerçekleşti. Bir Amerikan Dolarının, Türk Lirası karşısında, 2019 yılı boyunca ortalamasını 5,5 kabul ettiğimiz takdirde, yaklaşık karşılığı olarak 69,569 Türk Lirası, kişi başına düşen yurt içi gayri safi milli hasıla olarak gerçekleştiği tanımlamasını yapmak yanlış olmaz.
Gayri Safi yurt içi hasılanın, nüfusa bölümü bize, kişi başına düşen geliri verdiğine göre, ayni hasılanın, kişi başına bölümü de nüfusumuzun kaç kişi olduğu sonucunu verir. İstatistik kurumunun verilerine göre 21 milyar 394 milyonu, 69, 569’a böldüğümüzde, nüfusumuzun da 307,522 kişi olduğu sonucuna varırız.
***
Her ne kadar yazımın konusu nüfus olmasa da, aklıma takılmışken, sürekli gündem olan tam olarak bir türlü bilemediğimiz nüfusumuzun 2019 verileri ile karşılaştırmak istedim.
26 Mart 2019’da İçişleri Bakanı Ayşegül Baybars, meclis oturumunda, Nüfus Kayıt Dairesi verilerine göre ülkedeki KKTC yurttaşlarının 252 bin 497 olduğunu, geçerli izinlilerin ise 121 bin 802 olduğunu belirterek, ülkedeki toplam nüfusun 374, 299 kişi olduğunu açıkladı.
Sayın Bakan Ayşegül Baybars’ın verdiği rakam ile İstatistik Kurumu arasındaki fark neredeyse 70 bin kişi.
Bu durumu, verinin farklılığı ve güvenilirliği yanında, devletin kurumları arasındaki kopukluğun ispatı olarak da, farklı şekilde yorumlamak da mümkün.
Yukarıda verdiğim İstatistik Kurumunun 2019 verileri ışığında, KKTC’de yaşayan her bireyin cebine, yıllık ortalama 69,569 TL giriyordu.
Bu durumda, 4 kişilik bir ailenin cebine yıllık ortalama 280 bin TL giriyor.
Peki bu rakamın, gerçekle örtüştüğünü söylemek mümkün mü?
Bu gelirin nüfusun çoğunluğuna dağıldığını söylemek doğru mu?
Kişi başına düşen gelir hesaplamasının, nüfusun tümünü kapsadığını, bilmeyenler için tekrarlamakta fayda var. Anne kucağındaki bebekten, en yaşlı insana kadar, çalışan, çalışmayan herkes hesaba dahil.
***
2020 verileri, 2021 yılı başlarında yayınlanacak olsa da, TL’nin, raporun hazırlandığı 2019 verileri ile içinde bulunduğumuz güne kadar ki, Amerikan Doları karşısındaki değer kaybının yüzde 44 olması, Türk Lirası olan gelirlerin erimesine ve doğal sonuç olarak 2020 yılında, pandeminin ekonomiye yarattığı ve yaratacağı etki dışında, döviz cinsinden kişi başına düşen gelirde ciddi oranda bir azalma yaşanacağını şimdiden söylemek için, müneccim olmaya gerek yok.
Yazımın başında belirttiğim gibi rakamlarla, hayat örtüşse, herkesin sıkıntı yükü de ayni olurdu.
Sefayı eşit bölüşmeyi bilen, cefayı da eşit bölüşür ve kimsenin şikayeti olmazdı.
Ancak bizim düzenimiz için bunu söylemek pek doğru bir yaklaşım olmaz.
Bizde sefanın da, cefanın da eşit paylaşımı yok.
***
Düzenli ekonomilerdeki veriler incelendiğinde, kişi başına düşen yurt içi hasıla rakamlarının, ortalama çalışan gelirlerinin altında olduğunu görürsünüz. Bizdeki rakam ise, ortalama çalışan maaşlarının altında.
Eğer gelir, istatistiklerde görünüyorsa, ülkede o varlık mevcuttur.
Sorun dağılımdadır.
Birilerinin cebine az giren, başka birilerinin cebine fazladan girendir.
Bu noktada, sorun, gelir adaleti ve gelir dengesindedir.
Gelirlerde adalet ve denge yoksa, orada sömürü vardır.
Gelir adaleti ve dengesi ise, bir toplumu bir arada tutan denge taşlarının en önemlilerindendir.
***
İnsanın genel yapısı egoisttir. Hep daha fazlasını ister.
Güçlendikçe, pozisyonunu korumak ister. Haklılık ve haksızlık gözetmeden.
Müdahale edilmedikçe de, kendi düzenini korumak için her hakkı kendine mubah görür.
Durdurulmadığı müddetçe bu zihniyetin büyümesi, düzeni daha da sömürüye açık bir ve vahşi bir hale getirir.
Bir kurumda kaç kişi çalıştığı değil, kaç kişinin insanca yaşayabilecek gelirle çalıştığı daha önemli bir değerdir.
Bu denli küçük bir toplumda, bir kurumun, güçlendikçe büyümesi doğaldır ancak o gücün başkalarının iş alanına tecavüz edip, gücüne güvenerek, yaşam hakkı vermemesi izah edilebilir değildir.
Güçlenmek, başkalarının yaşam hakkına göz dikmek, olmamalıdır.
Bir şirketin on iş kolunda, faaliyet göstermesindense, on şirketin, on iş kolunda, faaliyet göstermesinin, bizim yapımızdaki ülkelerde daha doğru bir yaklaşım olacağına inanmaktayım.
Devlet ise, denge kurucu ve dağılımı düzenleyen olmalıdır. Sömürüye alet olan değil.
Devletin elinde, bu amaçlar için her türlü imkan mevcuttur.
***
Ne üzücüdür ki, bu sorun, gün gibi ortada olmasına rağmen, bir türlü siyasetin gündemine gelemiyor.
Direk ve dolaylı vergilerin yüksekliğinden toplum olarak şikayetçiyiz. Haksız da değiliz.
Peki ya ödemesi gerekenler, gerektiği oranda vergi ödüyor mu?
Yoksa, çeşitli muafiyet ve subvansiyeler ile verginin etrafından mı dolaşıyor? Sorgulayan var mı?
Kurumlar vergisi, sabit yüzdelik oranı ile alınıyor. Yıllık 50 bin TL kazanan ile 500 bin TL kazanandan alınan eşit yüzdelikteki verginin, hayata etki anlamında, yansıması ayni olabilir mi?
Başbakanlığa bağlı bir rekabet kurulumuz var. Kuruluşunda, bağımsızlığından ne kadar bahsedilse de, kısa bir sürede siyasetin gölgesine girerek amacından uzaklaştı.
Sorun sadece özel sektörle sınırlı değildir.
Kamuda 2. İş yapanların sayısı hakkında, sokaktaki birini durdursanız, size rahat 10 kişi sayar.
Özel ders konusu, herkesin malumu.
2011 de yürürlüğe giren, halk arasında ‘Göç Yasası’ olarak bilinen yasa sonrası, kamu personeli arasındaki gelir makasının açılması ortada duruyor.
İnanın kolayca, onlarca örnek daha sıralayabilirim.
Bu kadar çarpıklığın olduğu bir ekonomik ortamda, açıklanan, kişi başına düşen gelirin azlığını tartışmak isterdim ama, verilen rakamın bile gerçek hayatla örtüşmediğine inanıyorum.
Devlet ise, denge kurucu olması gerekendir, siyaset de çözüm üreten.
Ekonomi, sayılardan ibaret değildir.
En büyük ekonomik gösterge, hayatın kendisidir.
Rakamlar her zaman doğru söylemez.

