‘Türkiye Yüzyılı’nda Meksika yolunda…
Mart’ın ilk yarısı Meksika ve Guatemala’ya bir gezi yaptım. Bana oldukça ilginç ve öğretici gelen bu seyahatle ilgili izlenimlerimi sizlere bir yazı dizisi olarak aktarmaya çalışacağım. Ancak, önce bu hafta biraz İstanbul-Meksiko (Mexico City) uçuşu ile ilgili bilgi vermek istiyorum.
Meksika seyahatim 2 Mart sabaha karşı THY’nin uçuşu ile başladı. 300 kişilik bir Boeing 787-9 ile 13 saat 36 dakika non-stop uçtuk. Bu benim hem en uzun hem de Boeing 787-9’larla ilk uçuşumdu. Uzun ve hemen hemen tamamı karanlıkta yapılacak bir uçuş olduğundan koridor koltuğu seçmeye özen göstermiştim. Dolayısıyla, gerektiğinde kimseyi rahatsız etmeden tuvalete gidebilecek, hareketsizlik sonucu damarlarda pıhtı oluşma riskini engelleyebilmek için arada sırada koridorda dolaşabilecektim. Zaten evden çıkmadan da varis çorapları giymiş, 100 mg’lık bir Coraspin yutmuştum. Uzun uçuşlarda bu işin şakaya gelir yanı yok. Bir de uçuş esnasında maske takınca yarı astronot haline gelmiş gibi oldum. Ne de olsa benim de adım Alper… Tek farkım sizin vergilerinizden 55 milyon dolar harcamadım, seyahati kendi cebimden yaptım.
Uçakta dikkatimi çeken birkaç şey oldu, onlardan da kısaca bahsedeyim. Normalde uzun uçuşlarda bir süre sonra boğazda, burunda kuruluk oluşur ve rahatsız olursunuz. Zira kabin içi basınç 8000 feet’e (2438 metre) ayarlıdır, nem de yoktur. B737-9’da ise kabin basıncı 6000 feet’e (1829 metre) ayarlı olduğundan boğazda, burunda oluşan kuruluk söz konusu olmuyor ve ciddi bir uçuş konforu sağlıyor. Ayrıca yüksek tansiyonu olanlar için de daha güvenli.
İkinci dikkatimi çeken nokta pencerelerin normalden daha büyük olmasıydı. Bu sayede oturduğum koltukla pencere arasında iki koltuk daha olmasına rağmen dışarısını rahatlıkla görebiliyordum. Ayrıca, uçakta klasik elle kapatılan ışık kesici panjurlar yerine pencerelerin altına bir düğme konmuş ve bu düğmeye basarak, içeri giren ışık miktarı ayarlanabiliyor, istenirse tamamen kapatılabiliyor.
Uçuşun ilk bir buçuk saati, yani Polonya’nın Katowiche kentine kadar olan kısmında türbülansta uçtuk. Ancak Boeing 737-9’ların burun kısmındaki akselometreler türbülansı hissedip nano saniyeler içerisinde otomatik olarak kanatlardaki bazı flapları sarsıntıyı dengeleyici şekilde ayarlayabildiğinden, daha eski teknoloji uçaklara oranla bu sarsıntılar en aza indirgenebiliyor. Camdan baktığınızda bu flapların tıpkı bir kuş kanadında olduğu gibi anlık hareketlerini izleyebiliyorsunuz. Ayrıca %50 oranında komposit malzeme kullanıldığından, kanatlar da son derece esnek ve türbülansın etkisi ciddi şeklide absorbe ediliyor.
Bu uzun uçuşta görev yapan ekiplerden de kısaca bahsetmek istiyorum. THY bu hatta üç kaptan ve 12 kabin personeli ile uçuyor. Uçuş esnasında personel dönüşümlü olarak dinleniyor. THY, İstanbul-Meksiko City-Cancun-İstanbul şeklinde üçgen oluşturan bir rota ile Meksika’ya uçuyor. Sanırım Meksiko City yüksek irtifada olduğundan non-stop Meksiko City’den İstanbul’a uçmak olası değil. O nedenle deniz seviyesinde olan Cancun’da ara stop yapmak gerekiyor.
Ekipler uçak Meksiko’ya indiğinde dört gün dinleniyor. Daha sonra Cancun’a uçuyor ve bir gün daha dinleniyor. Sonra da İstanbul uçuşunda görev alıyorlar. Benim yaptığım İstanbul-Meksiko City ve Cancun-İstanbul uçuşlarında kabin görevlileri olağanüstü derecede profesyonel, aynı zamanda güler yüzlüydü. Ekonomi sınıfında yaptığım bu iki uçuşta da, gerek DoCo’nun İstanbul’da uçağa yüklediği yemek, gerekse THY’nin Meksiko’dan aldığı ikram son derece iyiydi.
Sonuç olarak, Singapore, Cathay Pasific, Thai, Qatar Airways gibi hizmet kalitesinde öne çıkmış şirketlerle uçmuş birisi olarak artık THY’nin uzun menzilli uçuşlarda dünyanın en iyisi olduğunu iddia edebilirim.
Son olarak “Türkiye Yüzyılı” ile ilgili de birkaç söz söylemek istiyorum. İstanbul’dan yola çıkmadan önce, Meksika’ya girebilmek için pasaportumda geçerli bir ABD veya Schengen vizesi olması konusunda uyarılmıştım. Aksi taktirde Meksika Türk vatandaşlarını ülkeye kabul etmiyormuş. Bunun nedeni, ekonomik ve sosyal sebeplerle Türkiye’den ayrılıp kaçak olarak Meksika’dan ABD’ye geçen Türk vatandaşlarının on binleri bulmasıymış.
Nitekim İstanbul’da Gözen personeli biniş kapısı önünde herkesin pasaportunu sıkı sıkıya inceleyip, ABD ve/veya Schengen vizesi olup olmadığını, ne amaçla Meksika’ya gittiğimizi sorguladı ve dönüş biletlerimizi görmek istedi. Bu vizelerin fotoğraflarını da çekti. Sonradan öğrendiğimize göre benim uçtuğum seferde 40 kişi civarında yolcu uçağa alınmamış. O nedenle yanımdaki koltuk da boş kaldı.
Meksika’ya girerken de kalacağım otellere kadar detaylı bir sorgulama yapıldı ve giriş mühürü pasaportumdaki ABD vizesinin hemen karşısındaki sayfaya vuruldu. Sonuçta, vatandaşlığın parayla satıldığı, mafya liderlerinin, Orta Doğulu teröristlerin Türkiye’ye dolduğu, gerçek Türk vatandaşlarının ise çaresizlik yüzünden resmi veya gayrı resmi yollardan ülke dışına çıkmaya çalıştığı ülkemizde, iç kamuoyuna “Türkiye Yüzyılı” diye yapılan propagandanın gerçek yüzü dünyanın öbür ucunda bile peşimi bırakmadı.
Devam edecek…