Hasan Hastürer

Sosyal olarak, moral olarak yıprandık…

 “Ne olacak bu Kıbrıs meselesi?” sorusu sorulurken doğduk, çocukluk ve gençlik yıllarımızı geride bıraktık, bugün yine aynı soru gündemde. Değişen bir şey yok. Belki daha öz Türkçe olsun diye ‘mesele’yi, ‘sorun’ yapıp, “Ne olacak bu Kıbrıs sorunu?” diyoruz.

Toplum yaşamında yeri olan her türlü sorunun, mutlaka bir de sosyal yanı vardır. Sosyal etkileşim ya pozitif ya da negatif yönde olabilir.

   Eğer bir toplum kendi geleceğini planlı, bilimsel ve en önemlisi kendi inisiyatif ağırlığıyla belirleyebilirse, sosyal yan mutlaka dikkate alınır. Yok eğer gelişmeler, bizde olduğu gibi yaşanırsa sosyal sorunlar, toplumun, insanların üzerine heyelan gibi, çığ gibi düşer.

Kıbrıs sorunu Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumlar, kısaca Kıbrıs adasında yaşayanların yaşamlarında daha fazla yer tutuyor. Türkiye ve Yunanistan için de önemlidir.

Ancak, Kıbrıslı Türkler için Kıbrıs sorununun çözümü uzun yıllardır çok daha önemlidir.

   Kıbrıs sorunu, henüz çözümlenmedi. Eğer suçlu suçsuz ya da suçun oransal dağılımı yapılacaksa, o da henüz yapılmadı. Buna karşılık Kıbrıs sorununun bedelini Kıbrıs Türkü ödüyor.  Kıbrıslı Rumlar, akıp giden zaman içinde, hele AB üyesi olduktan sonra,  günlük yaşamlarını etkileyen bir olumsuzluğu yoğun olarak hissetmiyorlar.

Acı ama gerçek. Kıbrıs Türkü, gelinen noktada da, son zamanlarda arka arkaya patlak veren sahtecilikler dahil, hemen hemen her türlü olumsuzluğun nedenini Kıbrıs sorununda buluyor.  Hele ekonomik sıkıntılar arttığı zaman, nedeni orada bulduğu için, çareyi de orada görüyor.

   Kıbrıs Türk insanı 1963’ü esas alsak 51 yıldır, yaşam alt yapısındaki görsel yeniliklere karşılık,  kalıcı bir barışı bekliyor. Sabrı her birkaç yılda bir tükenme noktasına geliyorsa nedeni kendi yönetim yapımızdır.

Cefayı büyük çoğunluk sırtladı. Sıra birtakım değerlerin paylaşımına gelince öyle olmadı. Küçük bir toplumuz, “kırk dervişin birbirini bilmesi” gibi biz de birbirimizi çok çok iyi biliyoruz. Kimin nelere, nasıl sahip olduğu da çok iyi biliniyor.

TL’deki değer erozyonu ve de enflasyon, dar ve sabit gelirlerin boynunu, büküyor.

Anne babalar, çocuklarına yoksulluğun hesabını veremiyor.

Ortaya çıkan ve toplumu bunalım sınırlarına yaklaştıran olumsuzluklarda, ortalama vatandaşın bir milim suçu yoktur.

Annan Planı Referandumunun 20. yıl dönümü.

Yeniden bir referandum ortamı oluşsa, Kuzey Kıbrıs’tan “Evet” çıkması 2004’ten daha düşük bir olasılık değildir.

   Halkın, ille de inadına barış istemesinden, rahatsızlık duyanlar var. Barış istemek en basit ifadeyle, “Rum’un kucağına oturmayı kabul etmek” asla değildir.

   Ancak Kıbrıs Türk toplumunun yararına bir barışı elde etme becerisini gösteremeyip, göç edip gidenlerin arkasından umursamaz bir tavırla omuz silkenler, insanların moralini olumsuz etkileme yanında, rahatsızlığı, tepkiye, hatta öfkeye dönüştürmektedir.

Boş verin gerçekten uzak yorum ve değerlendirmeleri. Sosyal olarak, moral olarak yıprandık. Gidenlerin sayısı ne olursa olsun, ciddi sayıda insanımız da,  psikiyatr ya da psikologlara geleneksel çekincelerle gitmiyor. “Duyanlar ne der?” kaygısından kurtulsalar psikiyatr ve psikologların klinik önlerinde uzun kuyruklar oluşacak.

   Kıbrıs sorununun yeni bir kritik evreye girmesi söz konusu. Böylesi dönemlerde toplumsal direncimiz keşke çok daha iyi noktalarda olsa. Ancak bu işler keşkelerle meşkelerle, vatan-millet-Sakarya nutuklarıyla olmuyor…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu