Hasan Hastürer

“Her gün yazmak zor gelmiyor mu?”

BRT’de Levent Kutay’ın konuğuydum Salı günü. Girişte, uzun yıllardır her gün yazmama, güzel sözcüklerle gönderme yaptı. Program boyunca ve sonrasında da her gün, neleri hissederek, nelere özen göstererek yazdığımı düşündüm.

***

Ülkemiz küçük ya. Levent Kutay’ın bir biçimde sorduğunu, çok insan soruyor. “Her gün yazmak zor gelmiyor mu?”

Sorumluluğumun ağır olduğunu gizlemeye gerek yok. Ancak yaptığımız işi çok abartmaya da hiç gerek yok. Neticede bu da bizim işimiz.

Yazmak pek zor değil aslında. Neticede güncel bir konuyu biraz da yorum katarak okurlarla buluşturacaksınız. Aslında günlük yazarken sermaye tükenmiyor, aksine her gün yazmak, zaman içinde yazmayı kolaylaştırıyor. Esas sorun içerik kalitesini iyi noktalarda tutabilmektir.

1990’lı yılların sonlarında, daha özel televizyonlar yokken,  radyo programı yaptığım dönemde de altını çizerek “Ben mikrofon ayağı değilim” derdim. Yıllardır, bu anlayışımda milim değişiklik yoktur. Gündemde bir konu varsa, o konuda benim de bir görüşüm olacaktır.

***

   Yazdıklarımdan yola çıkıp farklı yorumlar da yapılabilir. Aynı konuda herkes kendi görüşünü köşesinde gazetesinde yazar, okuyucu da okur. Ne ben bir başkasının ne yazacağına karar veririm, ne de bir başkası benim…

Bizim toplumumuzda tarafsızlıkla, objektiflik birbirinden ayırt edilemiyor. Taraf olmak başka, objektif olmak başkadır. Hayatım boyunca hiçbir zaman tarafsız olmak gibi eğilimim asla olmadı. Hatta ileri gidip her fırsatta anımsatılan o ünlü sözün altını çizdim: “Tarafsızlık ahlaksızlıktır.”

Aslında tarafsız olmak, o konuda güçlü olandan yana tavır koymaktır.

   Önemli olan objektif olmaktır. Zaten bunu başaramazsanız okur sizi kısa sürede listesinden atar. Ne konuştuğunuzu dinler, ne de yazdığınız okur.

   Hele hele okur bir de inanmadığınız bir konuda kalemşörlük yaptığınıza kanaat getirirse, o gün kalemi bırakıp, evin yolunu tutmanız gerekir.

Gazeteci, yazar, düşündüğünü, doğru sorumlulukla okura aktarır ancak hiçbir koşul altında asla arzuhalci olmaz.

***

Biliyorsunuz her kapıyı açan anahtarlara maymuncuk denir. Yazılan yazı her okuyanın kendine göre yorumlayacağı kadar belirsiz ve yoruma açık olmamalıdır.

   Şiirler ve şarkılar bu özellikte olabilir. Herkes güzel bir şiiri kendi dünyası için yazılmış kabul edebilir, güzel şarkılarda da bu özellik olur. Ancak yazıda olmaz.

Her gün çok sayıda okurdan mesaj, telefon, e-mail alırız. Sokakta karşılaştığı zaman tepkisini aktaranlar da vardır. Okurdan gelen tepkinin yönü, benim için çok önemli değildir. Netice de benim bir görüşüm olduğu gibi, okurların da tek tek bana yakın, ya da uzak görüşleri olabilir. Bu nedenle yaklaşımlara saygı duyar, en önemlisi duyarlılık bakımından değer veririm.

   Bir köşe yazarının dünyası da kendinden, yakın çevresinden başlar ve halka halka dışarıya doğru açılır. Yazar da insandır, duygusal yanları vardır. Yazısında bunların izleri etkileri mutlaka olur.

   Göndermeler mutlaka yaparız. Göndermeler aslında yazının en canlı bölümleridir. Gelin görün bazen anlatmak istediğiniz, ne olursa olsun, bazıları sizi istediği gibi nitelemek ister. Bunu da soğukkanlılıkla karşılayıp, sabırla yazmaya devam etmenin dışında seçeneğiniz yoktur. En demokrat insanların bile gazeteci özgürlüğünü kabullenmesi çok kolay değildir. Onlar bizi anlamakta zorluk çekse de biz onları anlayacağız…

Bu köşede okurlarla her şeyi paylaşamaya çalışıyorum. Dar kapıdan kurtulmaya, soluk almaya yardımcı olur düşüncesiyle zaman zaman gündem dışı konuları irdelemeye de çalışırım. Yurtdışına gidip oralardan yazıp, okurlarla birlikte gezmeyi denerim.

***

   Kıbrıs bizler için dünyanın merkezi. Halbuki, dünyanın merkezi değil. Şu anda yaşamda olan herkes Kıbrıs sorunuyla doğdu, Kıbrıs sorunuyla büyüdü ancak kimse Kıbrıs sorunuyla beraber ölmek istemiyor.

Dış dünyaya hep ilgi duyduk. Dünyalı olmayı özledik ancak şu ana kadar en azından psikolojik olarak bile bunu hissedemedik. AB üyesi Kıbrıs’ın pasaportları bizi dünyalı yapmadı.

Bu satırların yazarı olarak sizlerle de paylaşarak, dar çemberi aşmaya çalışıyorum.

***

   Yaşamda hemen hemen tüm değerler, kıyas ortamının zenginliğiyle, doğru orantılı olarak gerçek değerini bulur.

   Doğduğu yerde, hiçbir yeri görmeden ölmek, bir insan için talihsizliğin en büyüğüdür. Gezmeyen, görmeyen, evrensel ölçülerde bilmeyen insanların çoğunlukta olduğu toplumlarda, bünye her türlü hastalığa karşı düşük dirençlidir. Birileri söyler, çoğunluk aksini bilmediği görmediği için kabul eder gibi görünür.

Yıllarca doğru diye yutturulan “doğruların”, yanlışlığı bir gün gemi kayalara toslayınca anlaşılıyor. Marifet gemiyi kayalara toslamadan doğruları bulmak, denizlerin, okyanusların ötesine ulaşabilmektir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu