Bir İrlandalı Bezdirmesi…

Bezdirme girişimleri sadece Türk şirketlerine özgü bir olay değil elbette. Başka ülkelerde ve yabancı ortaklı şirketlerde de sık rastlanan bir olgu. Benim ikinci bezdirme deneyimim Pegasus Havayolları’nda oldu. Pegasus’un ilk kurulduğu yıllardaki büyük hissedarı o zamanlar bir İrlanda kamu kuruluşu olan Aer Lingus’tu. Şirketin genel müdürü de şirket Ali Sabancı/ESAS Holding tarafından satın alınana kadar hep İrlandalılar olmuştur.
Aer Lingus’un en büyük hissedarı olduğu Pegasus’ta ben de Silkar Turizm ve Net Holding’le birlikte üçüncü Türk hissedardım. İlk genel müdürümüz Sean Canning de Aer Lingus tarafından atanmıştı. Havacılık deneyimi, tarifeli seferler yapan bir devlet havayoluna dayanıyordu. Kalite ve dakiklik doğal olarak onun için çok önemliydi. Filodaki her uçakla Avrupa kentlerine haftada onüç sefer yapılması, haftanın ondördüncü slot’unun ise bakıma ayrılması genel prensibiydi. Bakımların gece yapılarak sefer sayısının haftada ondörde çıkarılması veya Viyana gibi yakın destinasyonlar söz konusu olduğunda, bir günde iki yerine üç sefer yapılması gibi konularda ticaret departmanının yaptığı önerileri tüm ısrarlara rağmen kabullenemiyordu. Ayrıca onun varsayımına göre yeni kurulan bir havayolu şirketi 3-5 yıl mutlaka zarar ederdi. Zararı azaltıp bir an evvel kara geçmek gibi bir hedefi yoktu. Bu yönüyle aynı zamanda tipik bir bürokrattı.
Operasyonun ilk yılı sona ererken, 1990 sonbaharında, Atatürk Havalimanı’nda yakıt alımı esnasında oluşan kanat yangınını ve sonrasını iyi yönetememesi Canning için sıkıntıların başlangıcı oldu. Ben ise, sadece bir yönetim kurulu üyesi olmama rağmen, bir takım kritik işleri yürütüyordum. Örneğin, yangında hasar gören motorun bakım için TIR ile Fransa’ya Snecma’ya yollanmasından, geçici olarak uçağa takılacak olan ve Lufthansa’nın Frankfurt tesisinden gelecek yeni motora Lufthansa Cargo’da yer ayarlamaya kadar pek çok işi o günlerin kısıtlı iletişim altyapısıyla yönettim. O kadar ki Lufthansa Cargo’nun İstanbul’a uğrayacak olan uçağındaki değeri daha düşük olan bir yükünün Air India’ya aktarılmasını ve bizim motora Lufthansa’da yer açılmasını bile sağladım. Tabii bu konularda asıl emeği geçenler, teknik müdürümüz Leo Ballance ve dispatch ofisinden Aslan Gürün ve Cemalettin Çelebi oldu, ama hem yurtdışı iletişim, hem Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nü bilgilendirme, hem de bu çalışmalar esnasında hazırlanacak ve yetkili bir kişi tarafından imzalanacak belgeler konusunda ben yardımcı oldum.
Daha sonra da avukat olan babamın tavsiyesiyle Aer Lingus’a önermiş olduğum ve hizmet almaya başlamış olduğumuz ticaret hukuku konusunda uzman avukatımız Prof. Dr. Ünal Tekinalp’le yukarda bahsettiğim kanat yangını sonucu ortaya çıkan yedi milyon DM değerindeki tazminat talebimizin iki klasör kalınlığındaki deliller/belgelerden oluşan dosyasının hazırlanmasında da etkin rol oynadım. Bu olaylar esnasında Sean Canning ise hep pasif kaldı.
Sonunda yönetim kurulu benim Canning’e destek olmam için Pegasus’a genel müdür yardımcısı olarak atanmama karar verdi. O sıralar ben Silkar Turizm’de çalışmaktaydım. Yönetim kurulunda olan Silkar Turizm’in sahibi Burhan Silahtaroğlu, İrlandalı üyelerin önerisi üzerine, benim Pegasus’a geçmemi kabul etti.
1991 yazında patlak veren Körfez Krizi esnasında, olağanüstü düzeyde artan savaş riski sigortası nedeniyle Pegasus’un operasyonlarını durdurma noktasına gelmesi söz konusu olduğundan İrlanda’da tatilde olan Canning’e durumu bildirdiğimde ‘ben tatildeyim, vekalet sende, ne istiyorsan yap’ demişti. Bu krizle baş etmek ve sigorta primlerinin kabul edilebilir bir düzeye indirilmesini sağlamak için o gece 23:00’de yönetim kurulu başkanımız Connor McGrath’a Londra’daki evinde telefonla ulaşarak kendisinin Lloyds’la temasa geçmesini istemem gerekmişti. Böylesi kritik bir olayda Canning’in duyarsız kalması ipinin çekilmesine yol açmıştı.
Sean Canning’le ilişkilerim benim gözümde gayet iyi, dostane ve yapıcıydı. Ancak sıkıntılı bir durumum vardı; hem yönetim kurulu üyesi olarak onun üstünde, hem de genel müdür yardımcısı olarak altındaydım. Yönetim kurulu toplantılarında bazı konularda kişisel gözlemim ve düşüncelerim sorulduğunda bazen Canning’ten farklı anlatımlarım ve görüşlerim oluyor, genelde de benim fikirlerim kabul görüp, karara bağlanıyordu.
Sonunda yine Dublin’de yapılan bir yönetim kurulu toplantısında, Sean Canning dışarı davet edildi. O çıktıktan sonra da görevden alınması gündeme geldi. Toplantıya geri çağırılan Canning’e karar tebliğ edildi.
Yerine Aer Lingus’un Manchester istasyonunda yer hizmetlerinin başında olan bir genel müdür atandı. Havayolu yönetim deneyimi de yoktu. Ben daha sonra yapılan bir özel sohbette İrlandalı yönetim kurulu üyelerimizden McGrath ve Pat O’Brian’a Aer Lingus tepe yönetiminin yanlış bir personel politikası uyguladığını söyledim. Üçüncü dünya ülkesi olarak görülen Türkiye’ye yapılan atamalar hep üçüncü sınıf kişilerden oluyordu. Halbuki Batı’da herşey daha düzenli olduğundan yönetmek daha kolayken Türkiye gibi ülkelerde, kamuyla ilişkiler, rüşvet çarkı, yüksek enflasyon, yüksek faizler, kaliteli eleman eksikliği vs, işi daha zor hale getiriyordu. O nedenle üst düzey yöneticilerin son derece kalifiye olmaları gerekiyordu.
Yeni genel müdürün gelmesiyle Sean Canning Pegasus’tan ayrılmadı. Bana çok garip gelen bir uygulamayla, kendisine genel müdür yardımcısı ünvanıyla yeni bir görev önerildi. Pegasus yolcu trafiğinin arttığı yaz sezonunda ABD’den wet lease olarak bir uçak kiralayacak, buna karşılık talebin düşük olduğu kış döneminde Pegasus’un bir uçağını yine wet lease olarak ABD’ye kiralayacaktı. Bu amaçla Chicago’da görevli olacak, hem yaz dönemi boyunca uçağı kiralayacak bir müşteri arayacak, bulduğunda sözleşme imzalayacak, hem de kışın operasyonu yönetecekti. Chicago, ciddi bir İrlanda kökenli nüfusun olduğu bir kentti ve bu durum bize önemli avantajlar sağlıyordu.
Canning bu işte başarılı oldu. Uçağımız kış aylarında İrlanda kökenli bir tur operatörü için Chicago’dan Florida’nın Fort Lauderdale kentine kurvaziyer gemilerine yolcu taşımaya başladı. Daha sonraki yıllarda sözleşme Carnival Cruise Line’ın havayolu şirketi olan Carnival Airlines ile yapılmaya başlandı. Hatta bir yaz sezonunda Carnival’in bir A300-B4 uçağı Türkiye’ye geldi ve operasyon yaptı. ABD’de yaptığımız uçuşlarda yeşil kartı olan Türk pilotlarımızla filomuzda zaten görev yapan Amerikalı pilotlar uçar, bu sayede atıl kalacak pilotlarımızdan yararlanırdık.
Manchester’den gelen yeni genel müdür alkolden yüzü kızarmış bir İrlandalıydı. Gelir gelmez de bana karşı garip bir tutuma girdi. Ortak kullanılan sekretere talimat vererek tüm dosyaları kilit altına aldırdı. Sekreterimiz Hale Hanım’dan duyduğuma göre bana hiçbir yazışmanın gösterilmemesini istemişti. Ancak, yüzüme karşı da gayet iyiydi.
Yaz sezonunda uçaklarımızdan biri yoğun turist trafiği nedeniyle Antalya’da konuşlandırılırdı. Ben de yeni genel müdürün göreve başladığı sezon, yine her yıl olduğu gibi, Antalya’ya giderek ekipler için bir otel ayarladım.
Epey aramadan sonra kent içinde 20 hostes, üç teknik personel ve on pilot için uygun bir otel bulup Mayıs- Ekim dönemi için sözleşme yaptım. Otelin tümü bizim ekiplere ayrılacaktı ve fiyat son derece uygundu.
Keyifle İstanbul’a döndüm. Önemli bir iş başardığım inancındaydım. Ancak, bir süre sonra Antalya’daki otelin sahibinden kabin hizmetleri amirimiz Gülten Kavur ve yardımcısı Nilgün Hanım’ın benden sonra Antalya’ya gidip ne kadar rüşvet aldığım konusunda araştırma yaptıklarını öğrendim. Konuyu araştırınca bu çalışmanın genel müdürün talimatıyla yapıldığını öğrendim. Tabii hiçbir şey bulamamışlardı.
Ancak, bu olay hem çok ağırıma gitti, hem de çok sinirlendim. Konuyu babamla görüştüm. Son derece namuslu olan ve beni de bu anlayışla yetiştiren hukukçu babam bana, ‘merak etme sana en güçlü olduğun yerden saldırmış, ilk yönetim kurulu toplantısında konuyu aç ve soruşturma iste’ dedi.
İzleyen ilk toplantı İstanbul’daydı. Toplantının sonuna doğru konuyu gündeme getirdim. Derdimi anlatırken ağlamaklı olmuştum. Burhan Silahtaroğlu, ‘böyle bir durum varsa Alper’in derhal hisselerini devretmesi, genel müdür yardımcılığından da ayrılması gerekir, ancak rüşvet konusunda elinizde şüphe oluşturacak ne var açıklayın’ diye genel müdüre sert bakışlarla bir soru sordu. Net Holding’i temsil eden Tavit Köletavitoğlu, yönetim kurulu başkanı Conor McGrath ve diğer İrlandalı üye Pat O’Brien da Burhan Bey’i desteklediler. Ben de bu konuyu bağımsız bir denetçi araştırsın, bir şey bulunamazsa kendisine tazminat davası açacağım diye üsteledim.
Genel müdürün zaten kırmızı olan yüzü iyice morarmıştı. Hık mık, bir şey söyleyemedi, yönetim kurulu üyelerince benim gözümün önünde sıkı bir azarlandı. Üçüncü sınıf yöneticinin karizması çizilmişti. O günden sonra bir daha benle uğraşmadı ve her konuda son derece açık ve dostça davrandı.
Bu olaydan sonra genel müdürün görevden alınması gündeme gelmiş. Ben konuyu ilk kez kendisinden duydum. Konuyu ilk bana açmıştı. Ben de elimden geldiğince görevden alınmasına karşı çıktım ama başarılı olamadım. Bu tutumundan dolayı daha da utandı.
17-18 yıl sonra o zamanlar şirkette benle birlikte genel müdür yardımcılığı yapmış olan Eugene O’Reilly ile bir Dublin seyahatimde yaptığım sohbette, yeni genel müdürün daha Türkiye’ye gelir gelmez bana karşı takındığı tutumun arkasında önceki genel müdür Sean Canning’in olduğunu öğrendim. Genel müdür yardımcısı olduğum dönemde şirket içinde kalmasını istediği bazı konuların tarafımca yönetim kurulunda gündeme getirilmesinden rahatsız olan Canning, genel müdürlük görevinden alınmasından da beni sorumlu tutuyormuş. O nedenle de, yeni genel müdürü bana karşı dikkatli olması konusunda uyarmışmış. O da kendi aklınca beni bezdirerek kurtulmaya çalışmış. Ancak aynı zamanda şirketin ortağı ve yönetim kurulu üyesi olan birini dosya, yazışma saklayarak bezdiremeyeceğini anlayınca nasıl olsa tüm Türkler bir şekilde yolsuzluğa bulaşmıştır, ben de şu otel sözleşmesinden işe bir başlayayım, mutlaka altından bir şey çıkar diye düşünmüş ve baltayı taşa çarpmıştı.
Kendisiyle ender de olsa hala yazışıyoruz…