Kiralık evin çivisi!

Bir süre önce ihtilafı çözme yöntemleri ile ilgili arka arkaya 3 yazı yazdım.
Bu yazıların en sonuncusunda en kolay çözüm bulma yönteminin taraflardan birinin teslim olmasıolduğunu belirttim.
Teslim olmanın kolay ama mahsustan teslim olmanın da bir o kadar zor, derin bir stratejik kapasite ve algı yönetimi gerektiren bir ihtilaf çözme yöntemi olduğunu da ekledim. Teslim olmanın püf noktasının ilerisi için öngörüye dayalı mahsustan teslim olmak olduğunun altını çizdim. Mahsustan, çünkü karşı tarafa onun kazandığı algısını hissettirmek lazım.
İngiltere’nin adada “mahsustan teslim” olma yoluyla bir ihtilafın yalnızca kendine dokunan kısmını çıkarları doğrultusunda çözdüğünü bir oldu-bitti ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunda tam idrak edememiş olsak da bugüne kadar uzanan süreçte çok net bir şekilde gördüksanırım.
Meğerse Nasreddin hocanın da “mahsustan teslim” olmak adına kendi çapında yaşanmış fıkra kıvamında benzeri bir anekdotu varmış.
***
Nasreddin Hocanın kasabanın göbeğinde değerli bir evi varmış.
Ahalinin de uğrak yeri olan bu evi satın almak, kiralamak isteyeni de çokmuş.
Nasreddin Hoca gün gele açık etmek istemese de maddi sıkıntıya düşmüş. Evin bakım onarım, bahçe ve çalışan masrafları da olduğu için istemeyerek
de olsa sonunda evi kiralığa çıkarmak durumunda kalmış. Evin pazara ve camiye yakın olması Hocaya büyük kolaylık sağladığı için de büyük bir ikilem içine düşmüş.
Diğer taraftan evi kiralamayı gururuna da yediremediği için bunun kendi adına bir itibar kaybıolarak algılanmasını da dert etmiş.
Kasabalı arkamdan acaba ne diyecek derdine de düşen Hoca sonunda bu derdine çare bulmuş.
Evi kiralığa çıkarırken bir şart koşmuş.
Hoca herhangi bir şarta tabii olmadan günün her saatinde evin iç duvarına çakılı olan kalın bir çengel çivinin kullanım hakkını saklı tutmak şartı ile evi kiralığa çıkarmış.
Buna göre Hoca pazarda alışveriş yaptığında isterse eve sorgusuz sualsiz kendi anahtarı ile girip duvardaki çiviye pazardan aldıklarını asabilecek, çiviyi sağlamlaştırmak için evin içinde çalışma yapabilecek ve hatta isterse de dinlenmek amaçlı karşısına geçip çiviyi seyredebilecek!
Evini kiralamak zorunda kalan hocanın evin kullanımını evin içindeki kalın bir çivi aracılığıyla devam ettirme isteği ile ilgili bulduğu çözüm bizi Kıbrıs’ta denenmiş ve uygulayan açısından olumlu sonuç vermiş bir ihtilaf çözme yöntemineyönlendirmiyor mu?
Neredeyse iki asır önce zora düşen Osmanlı,Nasreddin Hocanın yönteminden bihaber adayı kiralayarak İngiliz’e bıraktıydı. Sonrasında ne bedeller ödendi.
Bundan neredeyse bir asır sonra dünya siyasetinde gerileme dönemine giren İngiliz, adayı da toptan kaybetmeyim diye iki tane üs alıp, askeri varlığını değil ama yalnızca valisini çekti. Nasreddin Hoca gibi bir de değil iki tane çivi (“üs”) çakıp evden aslında hiç ayrılmadı.
Mahsustan teslim olmak böyle bir şey!
***
Bugüne gelecek olursak “İki devletli” çözüm talebi,yaratmayı hedeflediği algı yoluyla masada bir el yükseltmeyse bunun hasadı iki devlet olmazsa bukonuda geri adım atmak mahsustan teslim olmanın bir parçası olur mu?
İngiliz’in yöntemi “emsal” alarak deniz kenarında iki üs olarak duruyor.
80 milyonun refahının geldiği düzey, bölgesel risk ve çıkarlar da ortada.
Kıbrıs Türkü ve Rum’u ortak bir çözüme yürüyemedi. Yürüyemeyeceğinin karşılıklı pekiştirildiği bir süreçten geçiyoruz. Günden güne yalnızca bizim değil Rum’un da eli inceldi. Oluşan bu iklim zamanı geldiğine kanaat edildiğinde dıştan bir oldu-bitti ile empoze edilecek çözüm için ideal bir zemindir.
Nasreddin hocanın gururuna yediremeyerek zoraki olarak kiraya çıkardığı evi ile ilgili anekdot, bir süre sonra bizim dıştan bir oldu-bitti ile karşı karşıya kalma ihtimali olan durumumuzu özetliyor olabilir.
Anekdotlar ve fıkralar geçmişte yaşananları yalnızca bugüne değil yine de acaba olur mu diye düşündürtmesi açısından ileriye de taşıma görevi görürler.
Bu arada bahse konu “çivili evde” varlığı olup ağırlığı havadaki tüy misali bir “hizmetli” olarak yıllardır yaşayan da biziz!