… 2025’te güzellikler çok olur inşallah!!!
Yeni bir yıla girdik. Bugün 2025’in ilk mesai günü.
365 gün, tarihi yazarken 2025 yazacağız.
31 Aralık 2024 akşamı, öteki akşamlardan hiç fark olmadan yeni yıla girenler arasında oldum.
***
Bu satırları yazarken, çok yaptığım bir şekilde gözlerimi kapayıp, zaman tünelinde yolculuk denemesi yaptım.
1950’lerin sonunu, çocukluğumla birlikte anımsarım. K. Kaymaklı’da ana kapısı çıkmaz sokağa açılan kerpiçten bir evimiz vardı.
1960’lı yılları çok daha iyi hatırlarım.
21 Aralık 1963 ve sonrasını, çok çok iyi kaydetmişim hafızama.
1963 – 1974 arasıyla ilgili abartalı nitelemelerde bulunmayı hiç sevmedim.
Abartının olduğu yerde gerçekten uzaklaşma olur.
Gerçekten uzaklaşıldığı zaman, doğruyu bulmak mümkün değil.
2 Aralık, doğum günümdür.
Kısa sayılacak bir süre önce, bir doğum günü yıl dönümü daha yaşadım.
Doğum günümde doğal olarak bir yaşam muhasebesi yaptım.
Bir yılı uğurlayıp, yeni bir yıla girerken, bir muhasebe dikişi daha attım.
***
1960’lı yıllardan başlayarak yılbaşlarını anımsarım.
K. Kaymaklı, Lefkoşa’nın dibindeydi ama köydü. Bugünle kıyaslandığı zaman Lefkoşa bile köydü o yıllarda.
1963 olayları sonrası orta büyüklükte bir açık hava hapishanesi gibiydi Lefkoşa’nın Türk kesimi.
Sosyal yaşam neredeyse sıfıra yakındı.
Kebapçı Anibal ile Gençlik Gücü kulübü arasındaki yol açık hava hapishanesinin volta yeri gibiydi.
Düşünebilir misiniz özellikle pazar öğleden sonra, Atatürk heykeli önündeki bayrak törenleri insanlar için bir eğlenceydi. Bando yerini alır, İstiklal Marşı ile bayrağın gönderden indirilmesinden önce marşlar, çeşitli popüler parçalar çalardı.
O ortamda yılbaşı akşamları için insanların gideceği en lüks yerler Saray Otel ve Çağlayan’dı.
En zor koşullarda bile yılbaşı akşamlarının yeri vardı insanların yaşamında.
1974’e kadar yılbaşı akşamları yenilen yemekler ve eskilerin anılarını anlatmasıyla yaşanırdı.
Değişen zamanla yılbaşı kutlama kültürü de değişti.
***
Önceki akşam saatlerinde Köşklüçiftlik’te Osman Paşa ve Mehmet Akif caddelerinden şöyle bir geçtim. Belediye, Avrupa’daki şehirleri anımsatan ışıklı süslemeler yapmış..
Gençler, bayramda bile giymedikleri en şık giysileriyle havalarını atıyorlardı sanki…
Hem gözledim hem de zaman tünelinde yolculuk yaparak insanlarımızı sorguladım.
***
Gene aklıma geldi, kendimi bildiğim ilk günden beri insanların çoluk çocuğunu “kuzum” diye sevmeleri…
Kuzu hangi hayvanın yavrusudur? KOYUNUN.
Kuzu büyüdüğü zaman ne olur? KOYUN.
Bizi, gerek tek tek, gerekse toplum olarak hep “kuzum” diyerek sevdiler. Bizi severlerken bile bizi ne olarak görmek istediklerini fısıldadılar kulaklarımıza sanki de.
Ne aslan dediler ne de kaplan…
Gün boyu sürü olarak güdülen, akşam olduğu zaman da mandıraya kapatılan bir hayvanın adıyla sevildik.
… Ve ne kadar acıdır…
Zavallı koyun sürüsü! Çobanı da besler, çobanın köpeğini de, kurdu da…
***
Bu satırları yazmadan aklıma bir soru daha geldi.
“En çok ihanete kim uğrar”
Kuşkusuz akla ilk gelen; sevgililer. Sevginin bittiği yerde bitirici adımı atan sevgiye ihanet etmiş kabul edilir. Ancak sanırım en geniş kesimleri ilgilendiren ihanet demokrasiye karşı işlenen ihanettir.
Demokrasi ihanetleri bizim küçük dünyamızda da sık sık yaşanıyor.
Demokrasi, bazılarına göre köprüyü geçene kadar “dayı” denilen “ayıdır.”
Demokrasi, en yalın tanımlamasıyla halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimidir.
Aile içi demokraside halk, aile bireyleridir.
Spor kulübünden siyasi partilere kadar uzanan örgütlerdeki demokraside halk, üyelerdir.
Aileden başlayarak, her kademeden egemenlik hakkını kullanmaya getirilen her türlü kısıtlama demokrasiye, demokratik yaşama karşı bir darbedir.
Koşullar öyle şekillendirilir insanlar egemenliğine karşı yapılan darbeyi alkışlayabilir de. Ancak bu alkışlar demokrasiye karşı darbeyi meşru konuma getirmez.
… 2025’te güzellikler çok olur inşallah!!!