Hasan Hastürer

Gurbet, yaradaki bıçak gibidir…

   Önceki  akşam yazımı yazmak için bilgisayarın başına geçmeden, BRT1’de Şarkı Söylemek Lazım programını izledim. Hafta içinde çekilen programda Ayşegül Zaim’in program konuğuydum. Şarkı söyledik, sohbet ettim, espriler yaptım.

Program yurt dışından da izlenir ya… Daha program izlenirken sohbetcikler yaptık. Anladım ki fırsatı olan orijinal Kıbrıslılar ekrandan Kıbrıs’la iletişimi seviyor.

                                                                 ***

   Dünyanın her yerinde toplumlar göç yolunda fire verir. Ancak bunun kabul edilebilir sınırları vardır.

Örneğin Avrupa Birliği bünyesindeki ülkelerinde serbest yerleşim hakkından yararlanarak bir başka ülkede yaşayanların oranı yüzde ikiydi. Belki az oynama oldu.

***

1974 öncesi verdiğimiz fireleri, göçleri bir kenara not edelim. O göçlerin nedenleri farklıydı.

1974’te nüfusumuz yaklaşık 120 bindi. Bu nüfusun yüzde ikisi göç etmiş olsaydı iki bin iki yüz dolayında fire verecektik. Hade bunu, “adaların kaderini” eklemek için beşle çarpalım on bin dolayında bir rakama ulaşırız.

Her türlü pozitif görünümlü görüntüye rağmen, bizi çorap söküğü gibi “kaçırttılar”.

Kıbrıs Türkü, yıllarca süren hatalı siyasetlerle adada yaşayan nüfusun kat kat fazlasını kan kaybı gibi göçle yitirmiştir.

                                                                      ***

Uzun yıllar önce, Kuzey Londra’nın Stoke Newington semtinin ana caddesi High Street’te yürüyüp çevreyi gözlüyordum. İş yerlerinin çoğu Kürtlerin. Halil İbrahim Sofrası’ndan çeşitli isimlerde süpermarketlere kadar her türlü işyeri dikkat çekiyordu.

   Çok iyi anımsıyorum,  yoğun trafik akışı içinde oldukça yıpranmış bir araba. Tam yanımdan geçerken arka koltukta oturan 25 yaşlarında bir genç neredeyse beline kadar dışarı uzanıp bağırarak sesleniyordu: “Noldu Hasan Abi?”

Çok kısa bir süre göz göze geldik.

Bir biçimde Londra’ya kapağı atmış Kıbrıslı bir Türk genci, “Noldu Hasan abi?” derken vurgusuyla, “Bizi buralara mahkum edenler, perişan edenler utansın” der gibiydi. Bana, soru sormasına karşılık, yanıtı sorunun içinde vardı.

***

Avustralya’dan Amerika’ya Kanada’ya kadar göç etmiş, kaçmış, kaçırılmış Kıbrıslı Türkleri buldum konuştum.

Londra aklımın ön tarafına geldi diye ağırlık oradan…

Londra, 1950’li hatta 1940’lı yıllardan başlayarak Kıbrıslı Türklerin umut kapısı oldu.

İngiliz sömürge döneminin sonlarında bir umutla bir haftalık yolculukla Londra’ya gidenler yanında 1958 sonrasında, yeraltı kuralları devreye girince kim vurduya gitmemek için kurtuluşu Londra’ya gitmekte bulanlar da olmuştu.

O ilk gelenlerin şimdi Londra’da beşinci belki altıncı kuşağı ekmek peşinde koşuyor.

                                                                       ***

Gurbet, yaradaki bıçak gibidir. Yarayı iyileştirmez, acıyı dindirmez…

Bunu ta çocukluk yaşlarımdan bilirim.

Bir ablam, iki abim Londra’daydı.

Ablam 1960, abilerim 1967 – 68’de gitmişti.

O yıllarda adada Kıbrıslı Türklerin, Rum kuşatmasındaki bölgelerde hayatları çok zordu. Buna rağmen anam, bubam, evlatlarının Londra’da olmalarını kurtuluşları olarak görmemişti. Hem gidenler, hem onları özleyenler için GURBET, YARADAKİ BIÇAK GİBİYDİ.

                                                                     ***

21 Aralık 1963’ün üzerinden 62, 1974’ün üzerinden 51 sene geçti.

Eğer yeni nesil gençlerimiz de, gelecek planlarını yurt dışına yönelik yapıyorsa, daha okumaya giderken, geri dönmemek için gidiyorlarsa, bu ülkenin kaderinde söz sahibi olanlar şapkayı masaya koyup düşünmelidir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu