Hasan Kahvecioğlu

Ali Kişmir’in hapislikle yargılanması KKTC’yi “marka” yapacak…

Gazeteci Ali Kişmir, 4 yılı aşkın bir süre önce (15.08.20) Facebook’ta yayımladığı bir yazı yüzünden yargıç karşısına çıkarıldı.

Ertelenen davasına yarın devam edilecek.

Kendisine, 2023 yılının Ocak ayında “ithamname” gönderildi.

Bu demektir ki; 2 yıla yakın bir süredir, “Demokles’in kılıcı” Kıbrıs’ın kuzeyinde bir gazetecinin başında sallanmaktadır.

Aslında bu “kılıç” yalnızca Ali’nin değil, mesleğini doğru dürüst icra etmek isteyen her gazetecinin kafasının üzerindedir.

Bir gazetecinin; ailesinin, yakınlarının, küçük çocuklarının 10 yıl “hapislik tehdidi” altında bu kadar uzun süre bekletilmesi başlı başına peşinen verilmiş bir “ceza”dır.

Dünyada; basın özgürlüğüne, düşünce özgürlüğüne, insanların haber alma hakkına özen göstermeyen, saygı duymayan bir “devlet” zerre kadar “itibar” sahibi olamaz…

Egemen de olamaz…

Hele uluslararası statü, hiç kazanamaz…

Bu dava ne yazıktır ki Kıbrıs’ın kuzeyindeki devletçiğin manevi şahsiyetini, eğer kalmışsa; süpürüp götürmüştür.

Sayın Akıncı’nın dediği gibi; Ali’nin değil; 2020 Ekim ayındaki seçimlere müdahale edenlerin yargılanması gerekiyordu.

Ali’nin yazısı, bu müdahale üzerine yazılmıştı zaten.

Dünyanın “işgal bölgesi” diye adlandırdığı bir coğrafyada, ısrarla ve inatla bir “devlet” bulunduğunu savunanlar, bu mahkeme sürecinin sonunda bir “garnizon”dan başka bir şey olmadığımızı mı göstermek istiyorlar?

Bu “devletçik” geçen yıl boyunca “Sahte diploma cenneti” diye damgalanmadı mı?

“Kara para aklama merkezi” diye isim yapmadık mı?

Buraya okumaya gelen yabancı öğrencilerin tabutlarla ülkelerine geri gönderildiği günlerden geçmiyor muyuz?

Ya kumarhanelerimiz…

Onlar da TC’nin televizyon dizilerinde, ballandıra ballandıra konu edilmiyor mu?

Bütün bunlar, bu devletin “manevi şahsiyeti”ni rencide etmiyor da, Ali’nin Rum ganimeti bir gazinoyu istismar edenlerin tavırlarına yönelik bir eleştirisi mi ediyor?

Gerçekten bizi “basın özgürlüğü”nün katledildiği bir “dağbaşı” mı yapmak istiyorlar?

Dünya Basın Özgürlüğü indeksinde bu yıl, 180 ülke arasında 76. sıradan 90. sıraya geriledik.

Dünyaya “KKTC’yi tanımalısınız” diyenler bütün bu alanlardaki “gerileme”yi hiç mi umursamıyor?

Ali Kişmir’in yargılanması, uluslararası tepkilere neden oldu. Amerika, İngiltere, İrlanda, Hollanda, İsviçre gibi ülkelerin diplomatik misyonları, ayrıca Avrupa Komisyonu “aklınızı başınıza alınız” içerikli açıklamalar yaptılar.

Dünya medya kuruluşları, insan hakları örgütleri bar bar bağırıyor.

Savcılık ise bu “devletçiğin” unvanlarına bir yenisini eklemekte ısrarlı…

Mahkeme, 11 Aralık (yarın) günü devam edecek. Henüz 2 tanık dinlendi. İthamnamede adı geçen 6 tanık daha var.

Listede profesörler çoğunlukta.

Ali, “Askeri Suç ve Cezalar” Yasası’nın 26. maddesine göre yargılanıyor.

Bu yasa, 1983’te, KKTC’nin ilan edilmesinden aylar önce yaratılan “korku iklimi”nin bir eseri…

O dönemde, topluma gözdağı vermek, devlet ilanı karşıtlarını korkutmak üzere “sıkıyönetim” içerikli yasalar geçirilmişti Meclis’ten…

Bu da onlardan biriydi…

Ne diyor 26. madde:

“Kıbrıs Türk Federe Devleti Güvenlik Kuvvetleri’nin manevi şahsiyetini herhangi bir şekilde tahkir ve tezyif eden kimse suç işlemiş olur ve 10 yıla kadar hapis cezasına çarptırılır.”

Tahkir hakaret, aşağılamak demek… Tezyif bir şeyi kıymetsiz gösterme anlamındadır.

Ali Kişmir, “genelev” diyerek “Beyaz Ev”e hakaret etmiş…

Onun şahsında da “Güvenlik Kuvvetleri”ni aşağılamış…

Buna; kargalar bile güler…

“Beyaz Ev” kutsal bir mekân mı? Orası; asker ailelerinin ucuza yemek yediği, eğlendiği bir mekân sadece…

Aslında orasını, siyasetin “genelevi” diye göstermeye çalışan Ali değil, oraya UBP vekillerini toplayıp “Akıncı’ya oy vermeyin” diye baskı yapanlar ve askeri bir tesisi kendi emelleri için istismar edenlerdir.

Bir de şu var:

Devam eden duruşmalarda yaşananlara baktığımda, hukuk düzenimiz bakımından süreci çok garipsedim.

Tam 57 yıldan beridir gazetelerde yazılar yazıyorum.

Ben de, özellikle 1980’li, 90’lı yıllarda mahkemelere gidip geldim.

Bir yazıda “hakaret, küçük düşürme, alay etme” gibi iddialar ortaya atıldığında ve “yazı” mahkemeye taşındığında, öyle şimdiki gibi “bilirkişi raporu” sunulmazdı.

Yazı; prof’lara yorumlatılmazdı.

“Anglo Sakson” İngiliz sisteminde böyle bir yargılama yöntemi olmadığını biliyorduk.

Aslolan; suç içerdiği iddia edilen bir yazıdan “sıradan yurttaşın” ne anladığıydı.

Tarafı belli, maaş aldığı kurum tarafından görevlendirilen, “devlet yanlısı” bir akademisyenin ne anladığına mahkeme itibar etmezdi.

Hatta mahkemeye “meslektaş”larımızı bile şahit olarak çağıramazdık.

Bu mahkemede, asker şikâyetçi ve askerliğe hayran, askeri sembolleri Facebook’una yerleştiren bir prof, tarafsız bir bilirkişi gibi dinleniyor.

Bu işte mutlaka bir “gariplik” vardır…

Sanırım; “Anglo Sakson” hukuğunu zaman içinde terk edip, TC hukuğuna göre yürüyoruz.

Eski avukatlar, Yargıç ve Savcılar bu konuda mutlaka konuşmalıdır. Genç hukukçularımızın çoğu Türkiye’den mezundur. Anglo Sakson hukuğunun bu önemli “hassasiyetler”i onlar için bir anlam ifade etmeyebilir.

Eminim ki, bu konuda içtihatlar da bulunabilir. Ünlü birkaç hukukçumuzun bu konudaki değerlendirmeleri hâlâ kulaklarımda duruyor.

İşler bu bakımdan da “yanlış” ilerliyor gibidir.

Haydi genç gazeteciler, eski hukukçuları bulup bu “yanlış”ı düzeltin…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu