Hasan Hastürer

Adil olanlar, sadece iyi olanlardan, değerlidir…

Yıllar önce Doğu Akdeniz Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Fakültesi’ni ziyaret etmiştim.

O zaman Dekan, Prof. Dr. Hasan Ali Bıçak’tı.

Prof. Dr. Bıçak’ın odasında bölüm başkanlarıyla çok verimli bir sohbet yapmış ve izlenimlerimi notlarıma düşmüştüm.. O sohbet sırasında, dönemin işletme bölümü başkanı o zaman Yrd. Doç Dr., şimdi Prof. Dr. olan  Yrd. Doç Dr. Cem Tanova, yapılan bir anketten bahsedip şunları söylemişti:

“İşyerinde memnuniyet ve sahiplenme arasındaki ilişkiyi saptamak için yapılan ankette memnun olanların işyerini beklentilerin aksine sahiplenmediği ortaya çıkmış. Anketteki bir başka soru ise işyerinde adaletin var olup olmamasıyla ilgiliydi. Bu noktada adaletin varlığına inanların işyerini sahiplendikleri görülmüş.”

Tanova bunları anlatırken, yıllardır kafamda canlı duran bir sorunun yanıtını bulmuştum..

Tanova’nın anlatımı, işyeriyle bağlantılıydı.

Ben işyeri sınırını kaldırıp aileden sivil toplum örgütlerine, siyasi partiye, oradan ülkenin geneline kadar ulaşmıştım.

Bizim en önemli sorunlarımızdan biri, insanlarımızın sahiplenme duygusundaki zayıflıktır. Adaletsizliğin ya da halk dilinde hakkaniyetsizliğin olduğu her yerde sahiplenme duygusu zayıflar.

***

Kıbrıs Türk toplumundan sahiplenme duygusunda milat özellikli tarih 1974’tür.

1963-1974 arası Kıbrıs Türk insanı çok zor, sıkıntılı ve yokluk içinde yıllar geçirdi. Karne ile iaşe alınıp beslenildi uzun süre.

Maaşlar arasında uçurum yoktu. Hatta bir dönem herkes eşit maaş aldı. Statü farklılığına karşın insanlar bunu sorun yapmadı, çünkü şartlar bunu emrediyordu.

Kısacası bizler cefayı zorunlu olarak adil paylaştık.

1974 sonrası güneye giden yaklaşık 200 bin Rum’un ganimeti paylaşılırken ya da yağmalanırken, toplumun tüm değer yargılarıyla beraber adalet, ya da halk diliyle hakkaniyet inançları da yerle bir edildi.

***

Kıbrıs Türk toplumu, sayısal anlamda küçük bir toplum. Herkes birbirini tanır. Tanımanın içinde neyi var neyi yokun bilinmesi de vardır.

Zaman Kıbrıs Türk halkı arasında uçurumları büyüttü. Çeşmenin başını tutanlar,  tüm olanakları kendileri ve yakınları için kullandı.

Her türlü görevlendirmede yetenek, yeterlilik ayaklar altına alındı. Birileri torpille bir yerlere getirilirken, aslında torpillenen toplumun adalet duygusu oldu.

Sonuçta öyle bir noktaya gelindi ki sahiplenmeme çemberinin çapı o denli genişledi ki KKTC devletini bile içine aldı.

Bu saptamaya birileri kızabilir. Fincancı katırları her zamanki gibi yine ürkebilir. Ama gerçek acı da olsa budur.

1974’ün üzerinden 50 yıl geçti. Bu olumsuz tahribat, hiçbir zaman kesintiye uğramadı. Hep devam etti.

Hem de yaşamın her alanında.

Sorumlular bunu ya göremediler, ya da görmezlikten geldiler.

***

Kimse yanlış anlamasın… Anlayacak olanlar da anlasın… Biz bugüne kadar adaletin adresi olarak Sarayönü’ndeki mahkemeleri gördük.

Orası toplumsal adalet sorunlarının belki de yüzde birinin yoğunlaştığı, uğradığı yerdir.. Gerçek adaletsizlik, hakkaniyetsizliğin yoğunluğu günlük yaşama yayılmış olarak yaşamın her alanında vardır.

… Ve mahkeme ortamından çok, kamu vicdanında yaralar açan günlük uygulamaların, haksızlıkların, adaletsizliklerin tahribatı çok daha büyüktür.

… Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, ADİL OLANLAR, SADECE İYİ OLANLARDAN DEĞERLİDİR.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu