Hasan Kahvecioğlu

Aman Tanrım, ya YDP çekip giderse…

Bizim “mahalli” siyasetin ilahiyatçı parti başkanı, partisini topladı ve “Ünal Abi”ye bilmem kaçıncı kez “hükümetten çekiliriz ha” korkusu verdi…

Salınan korku; “sünnetçi korkusu”nu andırıyor ve “hileli” olduğuna ilişkin ciddi soru işaretleri barındırıyor.

Bu “korku”yu yok etmenin bir tek yolu var…

Sünnet olacak çocuğun ağzına okkalı bir lokum tıkamak…

“Ünal Abi”de lokum çok…

Zaten dün de “Arıklı bizimledir” kabilinden bir şeyler söyledi. Partide olup bitenlere aldırmadığını göstermeye çalıştı.

Arıklı ise partisinin rahatsız olduğunu söylüyor…

İstihdam istiyorlarmış… Vatandaşlıklar istiyorlarmış…

Nasıl yani? Vatandaş olmayan “partili”ler de mi var?

Bunlar mı ortalığı karıştıran?

Başkanları tv’leri gezip gelecekteki projelerinden söz ederken, 2027 yılına kadar hükümetin devam etmesini arzuladıklarını söylerken ne bu şimdi?

Manzara şu; parti başkanı aslında hükümetten çekilmeyi istemiyor ama parti yetkili kurulları “çekilmek” için baskı uyguluyor…

Bu; tabii “alaturka” bir siyasi kurnazlık yöntemi…

“Ünal Abi”den ne koparırlarsa…

Belli ki partililer “daha… daha…” diye bastırıyor.

Önümüzde CB seçimleri var.

YDP; bu dönemde hükümeti sallamayı, hep talep etmeyi, koparmayı ve yerini sağlamlaştırmayı kafasına koymuş bir kere…

Başkan da ikide bir “Hükümetten giderim ha… Bak partimi de zaten zor tutuyorum” diyecek…

Dedikçe de Ünal Abi verecek…

Taksi izinleri mi, minibüs izinleri mi?

Yol temizliği mi? Tabela ihaleleri mi?

Gerçek şu ki; YDP “devletçiğimizi” söğüşleme konusunda DP’den de, UBP’den de daha maharetlidir.

Bu yüzdendir ki ilahiyatçı ve ayrılıkçı partinin elinde “maskara” olan bir “hükümetçilik” oynanıyor…

Adam, her konuda konuşuyor, maaşını aldığı işlerin sorumluluğunu başka makamların üzerine atabiliyor, hemen her skandalda yağ gibi su üstüne çıkıyor…

Ünal Abi de 2 tane “oy” için tüm bunlara katlanıyor…

Sosyal medyada bir bakarsınız, Menemen pişiriyor…

Tabii asıl “misyonunu” hiç aksatmıyor…

Regaip Kandili mi, Miraç Kandili mi, hangisi gelirse gelsin, ilk “müjde”yi o veriyor…

Siyasetimiz böylece dualarla, renkli hayallerle, Arapça sözlerle süsleniyor…

Değişim; sakin sakin damardan zerk ederek bünyemize giriyor…

Geçenlerde Ferdi Tayfur bu “fani” dünyadan göç edince bir de baktık gibi “arabesk”, toplumsal dokumuza, siyasetimize, mahallemize iyice yerleşmiş…

Geçtiğimiz günlerde Mersin’den gemiye atlayıp, Kıbrıslı bir işadamını öldürmeye gelen “tetikçi” yakalandığında, tartışmayı “teknik” zeminden, idari ihmalden kopararak bambaşka bir “boyut”a taşıyan YDP Başkanı, bir kez daha “ak kaşık” rolünü oynadı.

İlahiyatçı bakan; limandaki eksikliği, ihmali, kontrol yetersizliğini hiç üzerine almıyor…

Üstüne üstlük; “x-ray” cihazının kapasitesini eleştirenlere de “Anavatanımızın üretip bize hediye ettiği böylesi güzel bir cihazı güvensiz ilan etmek, son derece üzüntü vericidir.” demez mi?

Demek ki neymiş?

Mağusa limanındaki “x-ray” cihazı bize TC tarafından bedava temin edilmiş…

Böyle güzel bir cihaza “laf etmek” üzüntü vericiymiş…

İşte her konuyu, böyle “anavatan” hassasiyetine bulaştırarak, işin içinden sıyrılmak bu “arabesk” siyasetin ve siyasetçilerin en büyük zenginliğidir.

Bizim siyasetimizde de böylesine “anlayışların” giderek yer etmesi çok tehlikelidir.

Oysa bu işin özü; “teknik” ve yönetsel bir eksikliğin yol açtığı güvenlik zafiyetidir.

“Ulaştırma”dan sorumlu iseniz; o limandaki eksiklikleri göreceksiniz…

Bir cihaz yetmezse, iki tane alacaksınız…

Bu, sizin göreviniz… Bunun için okkayla para alıyorsunuz…

Eğer günde Mağusa limanına 200 TIR geliyorsa, onların ödedikleri vergilerle bile bu sorunu çözmek mümkün…

Açıkladığınız “x-ray” cihazının fiyatı sizin izaz ikram bütçenizden bile azdır.

Bunu yapmak yerine, “Aman cihaza laf etmeyin, anavatan bedava verdi, ayıp oluyor ama” demek, tam bir “arabesk” yaklaşımdır.

Aslında, bazı gazetecilerin “sizi seviyorum” diye yağcılık yaptığı, “sayın bakanım sizin fikirlerinizi beğeniyorum” diye dalkavukluk yaptığı Erhan Arıklı, başka bazı konularda da taşıması gereken “siyasi sorumluluğu” reddetmiş, başka gerekçelere sarılmıştı.

Yani; bu ilk “vukuatı” değil…

Örneğin; bir süre önce Girne’de yer alan trafik cinayetinde, yaya geçidinde basılarak ezilen yabancı öğrenci için “Bu konuda en az sorumlu Ulaştırma ve Karayollarıdır” demiş ve sorumluluktan sıyrılmaya yeltenmişti.

Ayrıca; “Takata” hava yastıkları konusunda, binlerce araç KKTC yollarında “saatli bomba” ile dolaşırken, bu konuda hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davrandı. Hiçbir önlem açıklamadı. Üstelik, böyle bir hava yastığının patlamasından geçen Haziran ayında bir kişinin Lefkoşa Sanayi Bölgesi’nde ölmesine de hiç ses çıkarmadı. Makine Mühendisleri Odası’nın uyarılarını da görmezden geldi.

Bunca “vukuat” aslında normal bir devlette “soruşturma” konusu olur. “Ünal Abi” asıl işin bu yönüne ağırlık verse, toplumuna çok daha fazla hizmet etmiş olurdu.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu