Hasan Kahvecioğlu

“Mavi gözlü dev…” ve Yaşar Usta…

Büyük Usta Nazım Hikmet’in şiirleri, oyunları ve yaşamı üzerine pek çok tiyatro eseri sahnelendi bugüne kadar…

Şiirlerinden oluşturulan “kolaj” çalışmaları yanında; operetler, müzikal kabare, dramlar ve epik oyunlarla sahneye taşındı “mavi gözlü dev…”

Ancak; henüz bu sözün ilk sahibi “minnacık kadın” Vera Tulyakova’yı tanımadan, ünlü “Mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.”

diye başlayan şiirini yazmadan, Nazım 13 yıl mahpushanede yatmış ve bambaşka aşklar yaşamıştı…

Mektuplaşarak yaşanan mahpushane aşkları…

Piraye’ye ve Münevver’e yazdığı mektuplardan yola çıkan usta tiyatro sanatçımız Yaşar Ersoy; müthiş bir belgesel drama yarattı.

“21. Kıbrıs Tiyatro Festivali” çerçevesinde geçen akşam “Lefkoşa Belediye Tiyatrosu” salonunda izlediğimiz oyun için ne söylesem, hangi övgü dolu sözleri sıralasam eminim ki yetersiz kalacağım.

Yaşar Usta; aslında tiyatrodan “emekli” olmuş gibiydi. Geçen yıl “Tartüf 24”ü sahnelediğinde o oyunu “Yaşar’ın jübilesi” diye nitelendirmiştim.

Yaşar Ersoy’u “Devlet Tiyatrosu”ndan kovulduğu günden beridir izleyen biri olarak, her yeni oyunla kendini aştığını hep gözlemledim ve yazdım.

Ancak “Tartüf 24” gibi bir efsane çıkış yaptıktan sonra, kendini bir daha ve “açık ara” aştığını bu oyunda iliklerime kadar duyumsadım.

Yaşar; toplumsal, gerçekçi ve politik tiyatro yapıyor…

“Tartüf 24”te siyasallaşmış din sahtekârlarının iki yüzlülüğünü; hiçbir makalenin, hiçbir siyasetçinin başaramayacağı tonda cesurca haykırmıştı.

Şimdi de Nazım’ın aşklarını ele alırken, 1930’ların 40’ların Türkiyesi’nde hukuğun, adaletin yokluğunu, hapishanelerdeki şiddeti, komünist korkusuyla devletin ceberrutluğunu, yaşadığı dost ihanetlerini gözler önüne seriyor…

Öyle bir “devlet” ki; 1930’larda Nazım’ı içeri atan zihniyet; günümüzde de siyasal parti başkanını, gazetecileri, yazarları, bilim insanlarını, belediye başkanlarını içeri tıkıyor.

Demek ki 95 yıldır; “bir arpa boyu” yol katedilmemiş…

Tabii; bu “duygu” sarsıntısı içinde oyunu izlerken, bir yandan da ortaya konan eserin “bütünlüğü”nün yarattığı bulutun içine yerleşiyorsunuz.

Devlet şiddetini kınarken, şiirsel estetik size eşlik ediyor…

En başta bu “harmoni”nin büyüsü sizi etkiliyor…

İçerik, dekor, tasarım, müzikler; hepsi yerli yerinde birbirine ekleniyor ve oluşan “bütün”, keyfinizi adeta uçuruyor…

Aslında, bu keyfin içeriğinde, bu topraklar adına büyük bir de “gurur” var…

O da; 56 yılda 113. oyununu sahneye koyan Yaşar Usta’nın geride bıraktıkları…

Sahnedeki oyuncuların hemen hepsinde büyük emeği var Yaşar Usta’nın…

Bu oyunda “harikalar” yaratan bu genç kadro, Kıbrıslı Türk tiyatrosunun adeta gözbebekleri ve gelecek umutları gibiydi.

İlk kez bu ağırlıkta bir “başrol”ü üstlenen Aytunç Şabanlı’ya bayıldım…

Fiziksel olarak da Nazım’a ne kadar da benziyor bu genç delikanlı… Nazım’ın biraz daha gür saçları ve eski ceketiyle gömleği de eklense, herhalde onu Nazım’dan ayırt etmek mümkün olmayacaktı.

Abartısız şiir okuyuşu ile ses tonu da “cuk” diye oturdu…

Genç neslin en parlak oyuncularından olan İzel Seylani ise, Nazım’ın “19 yaşını” enerjik bir performansla sergiledi.

????????????????????????????????????

Böylesine bir “kurgu”yla İzel’in oyuna dahil edilmesi, Nazım’la ilgili anlatıma büyük değer kattı.

Oyundaki kadroyu aslında 3’e bölmek mümkün…

Aytunç ile İzel, yükün büyük kısmını sırtlayan bir “ikili” olarak sahnenin temel öğeleri oldular.

Tabii; bir de “dörtlü” var… Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun temel direği dört kadın oyuncu…

Özgür Oktay, Hatice Tezcan, Döndü Özata, Melihat Melis Günalp.

Nazım’ın kadınlarını “tek vücut” edasıyla ve mektupların ruhunu sahneye doldurarak, harika biçimde yorumladılar.

Piraye’nin, Münevver’in kıyafetleriyle o kadar “kadın” olmuşlardı ki, bunun da başarısı sanırım kostüm tasarımını yapan Özlem Yetkili’ye aittir.

İkilinin, dörtlünün yanında, oyunun bir de “üçlüsü” var…

Umut Ersoy, Kurtuluş Altaylı, Altegin Erginel…

Dört farklı “rol”de, dört farklı karakteri canlandıran bu oyuncular; sivil polis şiddetini, mahkûm ezikliğini, genç komünist cesurluğunu, eski komünist tavrını sahneye taşırken, çok başarılıydılar.

Sahneye her giriş çıkışlarında, oyunun dinamiğini ateşliyorlardı…

Aslında bunu 4 kadın oyuncu için de söylemek mümkün…

Yönetmen; belli ki sahneye giriş çıkışlarda oyuna “ivme” katmayı, atmosfere enerji pompalamayı bir “reji prensibi” olarak kullanıyor.

Oyunun sade ama anlamlı sembollerle desteklenmiş dekoru, hareketli materyaller ile müziği, ışık düzeni de ayrıca dikkat çekiciydi.

Oyunun müziklerinin “özgün” olması değerini çok artırdı. Bu yüzden müzikleri besteleyen Fatih Çiçekli’nin ve ayrıca ışık düzeni sorumlusu Salih Kanatlı’nın katkılarını da not etmek gerekiyor.

31 Temmuz 2024’te kaybettiğimiz ve 20 yıldır bu topraklara Nazım’ı taşıyan büyük sanatçı Genco Erkal; eminim bu yıl buraya gelseydi bu büyük projeksiyona övgüler yağdıracaktı.

Işıklarda uyu Genco Erkal… Arkadaşın Yaşar Ersoy; Nazım’ı da, seni de unutmayacak, bizleri de şiirin ve aşkın tadından mahrum bırakmayacak.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu