Hasan Hastürer

Unutmayın… Yaşam, ağustos güneşi karşısındaki kardır…

Parmaklarım klavyede gezinmeye başlamadan, bağlantı yapacağı merkezi arıyor. Beynim mi, yüreğim mi?

Parmaklarım durdu. Ben de seyrediyorum kendi parmaklarımı. Bugün, sorunlar bir türlü diz boyundan aşağıya inmek istemiyor. Soluk almak, sizlerle farklı konuları paylaşmak istiyorum.

Yazı öncesi albümde özellikle siyah beyaz resimlere baktım.

Zaman tünelinde yolculuk yapıp, K. Kaymaklı’yı, 1963 sonrası göçmenlik günlerini, Lefkoşa’nın kapalı günlerini, lise yıllarını, 1974’ü ve sonralarını düşündüm.

Bu arada telefon çaldı. Çocukluk günlerinden başlayarak paylaşımlarımız çok eski bir arkadaşım aradı onunla da zaman tünelinde yolculuğa konuşarak devam ettik.

Dünyayı, insanları çok seviyorum. Ama yurdumu, Kıbrıs’ı, Lefkoşa’yı ve doğup büyüdüğüm K.Kaymaklı’yı bir başka seviyorum.

Neyini seviyorum?

Her şeyini seviyorum.

1963 öncesi K. Kaymaklı’da, o günün koşullarında orta halli bir aileydik. Yaşamımıza renk katacak her olay yürüyerek ulaşabileceğimiz dar bir alan içindeydi. Girne, Mağusa çok uzak, Baf dünyanın öteki ucuydu.

Hafta sonları altından yanma hamam dediğimiz evimizin banyosunda tokmağa oturup, dıştan yanan ateşle ısınan kazandaki suyu tasla alıp yıkanmanın keyfi bile hayatımızda bir renkti.

Küçük nedenlerle mutlu olmayı biliyordu herkes.

   İnsanlar daha mutluydu. Ya da bana öyle geliyordu. Ateş o zaman da düştüğü yeri yaksa da, acılar daha fazla paylaşılırdı. İnsanlar galiba daha bir kötü gün dostuydu.

Zaman her şeyi değiştirdi.

İnsanlarımızı da konuştuk telefondaki arkadaşımla. “Özellikle yakından tanıdığım, kendi insanıma kişiliksizliği hiç yakıştıramıyorum” diyorum… Ve 1963 sonrası en uzun süre bedel ödeyen K. Kaymaklı insanının sıkıntısını bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda insanın nasıl kişisel çıkarla maddiyata dönüştürdüğü aklımıza geliyor. İsim isim sayıyoruz ve bir gün yüzlerine söylemeye karar veriyoruz. Bugüne kadar erteleyip, neden söylemediğimize de pişmanlık duyuyoruz.

***

Söylemek isteyip de niye ertelediğimizi düşünürken, hep erteleyerek yaşadığımız aklıma geliyor.

   Yaşamımız boyunca hep erteleyerek yaşamışız meğer.

   Yaşam süreci boyunca yaşadığımız her anın bir kez daha hiç ama hiç yaşanmayacağını hiç düşündünüz mü?

   Doğduğunuz andan başlayarak hiçbir an bir kez daha yaşanmaz. Zaman tünelinde geriye doğru yolculuk sadece bugünle anılar arasında köprü kurmaya yarayan bir tanımlama. Gerçekte zamanı geriye çekip yeniden yaşama şansı yok. Ya yaşadığınız anın değerini verir, kazanılmış hanesine yazarsınız ya da yaşar göründüğünüz anları hiç yaşamazsanız.

***

Yıllar önce elektronik posta ile gelen ama notlarımdan silmediğim şu satırlar da aklıma geldi…  “Kim bunlar? İlk bakışta çok hoş görünen, şık, bakımlı, iyi eğitimli, Yuppi’ler… Eğitim, müzik, cinsellik, ekonomi, siyaset, edebiyat, TV, radyo programı üreten, günlük yaşam içersinde her şeyi konuşup yazabilen, her alanda özgürlükten dem vuranlar… Mutlak serbestlikten yana, ideoloji karşıtı, bireyselliği, özgürlüğü bir yaşam biçimi haline getirmiş, dinamik, kuralsız, idealize edilmiş imajlarla üretilip geliştirilmiş, heyecanlı, çoğu kez medyatik insanlar topluluğu… İki ayaklı, kuyruksuz, dolikosefal dinozoruslar… Yani bizler… Peki! Kimler var karşımızda? Çıkarı için analarını bile satabilen ve bunu yaparken, gizli yalancılar oldukları için, kendilerini Peygamber sananlar…”

Ve son satırları: “… Onların bizlerden çok olmaları bizi durdurmasın. Nice nice başarılara koşmamızı yavaşlatmasın. Nehirleri tersine akıtmanın zamanı hâlâ gelmedi mi? Haydi kıralım zincirlerimizi… Haydi JOIN THE CLUB!”

***

Yaşam devam ederken başımı kaldırıp ileriye, geriye, sağa, sola bakıyorum… Düşünüyorum neleri yaşamak istediğimi. Siz de düşünün. Bırakın yüreğinizin sesini, beyniniz bile nereyi işaret ediyor? Yarın ya da gelecek haftalarda belki böyle hissetmeyeceksiniz. Yaşamı hep erteleyerek yaşayan ve bir noktada mutluluğu erteleyenler yaşadığı günün hakkını vermediğini anladığı günü, nasıl bir ruh haline giriyor… Hiç düşündünüz mü?

   Unutmayın… Yaşam, ağustos güneşi karşısındaki kardır…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu